İdeolojik Siyasal İslamcılığın Kronik Reenkarnasyonu

Türkiye’deki Siyasal İslamcılığın Ölümsüzlük Döngüsü

Son zamanlarda Siyasal İslamcılığı yol edinen mahallenin yazılıp çizdiklerine baktığımızda; İslamcılık, sadece ideolojik duruş değil; aynı zamanda anlatı mühendisliğinin olmazsa olmazı olan zihin ve algı kontrollü hafıza yönetimi ve meşruiyet stratejisi olarak karşımıza çıkıyor.

Öyleyse İslamcılığın “ölmediği” ve “ölmeyeceği” iddiaları etrafında örülen retoriği, içsel çelişkilerini ve dışsal savunularını ironik bakış açısıyla mercek altına alınmasını mecburi görmekteyiz. Amacımız, söylemin neden sürekli kendini yeniden üretmek zorunda kaldığını ve döngünün nasıl işlediğini somut verilerle ortaya koymak.

Siyasal İslamcılık Nedir?

Siyasal İslamcılık, muhafazakârların dini söylemi siyasi ikbal, çıkar ve rant uğruna araçsallaştırdığı; zamana, mekâna ve her türlü inanca göre bukalemun gibi şekil değiştiren, her dönemin ruhuna uygun yeni maskelerle sahneye çıkan uyum ve istismar sanatıdır. İslam’ın asli değerlerini ideolojik dekorasyona dönüştürerek, muhafazakârlığın pragmatik esneklik kabiliyetiyle birleşir; böylece hem kutsalı hem siyaseti kendi menfaat döngüsüne hizmet ettiren, her kriz anında yeniden doğan ama her seferinde aynı çelişkileri taşıyan retorik makinesine dönüşür.

Ölümsüzlük Söylemi: Diriltmenin Ritüeli ve Varlık Kaygısı

İslamcılığın “ölmediği” yönündeki ısrarlı beyanlar, aslında varlık kanıtı değil, derin varlık kaygısının dışa vurumudur. Eğer ideoloji gerçekten canlıysa, neden sürekli hayatta olduğunu ilan etme ihtiyacı duyar? Tekrar eden söylemler, ideolojik reenkarnasyon ritüeline dönüşüyor: Her kriz sonrası yeniden doğan, ancak her doğumda aynı çelişkileri taşıyan yapı adeta “ben buradayım!” diye bağıran, ancak varlığını sürekli teyit etme ihtiyacı duyan figürü anımsatıyor.

Kurucu Direnişin İmkânsızlığı: Hem Oyuncu Hem Hakem Olmak

İslamcılık, hem kurucu siyasal tahayyül hem dış tahakküme karşı direniş olarak tanımlanır. Ancak ikili konumlanma, süreçte stratejik bulanıklık yarattığı ortadayken sistem kurmaya talip, diğer yandan sistemin dışından onu eleştiren pozisyondayken, oyunu kurup üstüne hakemden şikâyet eden futbol takımı gibi çelişkili söylemin iç tutarlılığını zedelerken, “hem nalına hem mıhına” misali duruş sergiliyor.

Üçlü Masal: Siyasi, Sosyal, Entelektüel İslamcılık Arasındaki Gerilim

Söylem, siyasi, sosyal ve entelektüel İslamcılık biçimlerinin birbirini tamamladığını iddia eder. Ancak tarihsel pratikte alanlar arasında ciddi çatışmalar, hizipleşmeler ve karşılıklı tekfirler görülür. “Üç kardeş kavga etmez” söylemi, gerçekliğin üstünü örten mitolojidir. Gerçekte kardeşler, aynı evi paylaşıp aynı dili konuşmaz, hatta zaman zaman birbirlerine düşman kesilmesi “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” sözünü akıllara getiriyor.

Batı Eleştirisinin Ayna Korkusu: Joker Kartı ve Kaçış Stratejisi

Gazze gibi örnekler üzerinden Batı’nın çifte standardı eleştirilirken, eleştiriler İslam dünyasındaki iktidar sorunlarını görünmez kılmak için “joker kart”a dönüşür. “Onlar da kötü” argümanı, kendi içsel çelişkileri tartışmaya açmamak için kullanılan kaçış stratejisiyle aynaya bakmadan başkasının yüzünü eleştirmek gibidir: netlik değil, konfor üretir. Kendi evinin önünü süpürmeden başkasının bahçesine laf atmak gibi durum söz konusu.

Suistimalin Retoriği: “Su-i Misal Emsal Olmaz” Kalkanı

İslamcılık adına yapılan hataların İslam dinine mal edilemeyeceği söylemi, sorumluluk almayı engelleyen retorik kalkandır. Her kötü örnek “istisna” olarak dışlandığında, geriye sadece idealize edilmiş ütopya kalışı ise eleştiriye kapalı, steril alan yaratır. Gerçekliğin sürekli “yanlış örnek” etiketiyle çöpe atılması, söylemin kendini düzeltme kapasitesini felç ederken “günah keçisi” arayışının ideolojik versiyonu olarak yorumlanabilir.

Kavramsal Otantiklik: Geçmişin Gölgesinde Meşruiyet Arayışı

“İslamcılık” teriminin Batı’dan ithal olmadığı, Ebu’l Hasan el-Eş’ari gibi figürlere dayandığı iddiası, söylemin “yerli ve milli” olma çabasını yansıtır. Ancak kavramın kökenini 10. yüzyıla dayandırmak, bugünkü siyasal pratiklerin sorunlarını çözmeyeceği gibi geçmişe tutunarak bugünü meşrulaştırma çabasıdır; nostaljik ama işlevsizdir. “Mazide kalmış şanı” bugüne taşımaya çalışmak, mevcut sorunlara çözüm üretmekten çok, kaçış kolaycılığı yolu sunar.

Döngüsel Yapı: Retoriğin Kendi Kuyruğunu Isırması

İslamcılık söylemi, sürekli “ölmedi” diyerek kendini diriltmeye çalışır. Batı’nın çelişkileri üzerinden meşruiyet arar, kendi içindeki çelişkileri ise “emsal olmaz” diyerek görmezden gelir.
 
 İdeolojik döngü yaratır:

Ölümsüzlük iddiası → Çelişkilerin inkârı → Batı eleştirisiyle meşruiyet → Suistimal savunusu → Yeniden ölümsüzlük iddiası: İdeolojik Reenkarnasyon

Döngü, söylemin kendini sorgulamasını engeller. Belki en büyük başarı, kendi ölüm ilanlarını yazdırıp sonra “bakın hâlâ buradayım” diyebilmesi, “kendi kendine gelin güvey olmak” deyimini akıllara getiriyor.

Hafızanın Sonsuz Tekrarı mı, Yeni Başlangıç mı?

İslamcılık, ideolojiden çok hafıza biçimi haline gelmiştir. Sürekli kendini tekrar eden hafıza, geçmişin yükünü taşırken geleceğe dair net yön sunmaz. Eğer döngü kırılacaksa, “ölmedi” demek yerine “neden yaşamalı?” sorusu sorulmalıdır. Çünkü gerçek ölümsüzlük, sürekli hatırlatılmaya ihtiyaç duymaz; kendiliğinden var olur.

Gerçek İslamla alakası olmayan, ideolojik hale dönüşen İslamcılıkla özdeşmiş mahallenin yapması gereken sorgulama, belki kendilerini yeni ve hayırlı başlangıçların kapısını aralayacaktır. Aksi takdirde, her başarısızlıklarını “kemalizm’e” fatura etme sonsuz döngüsünde kaybolmaya mahkûm olacaklardır.

Zamanları hızla tükeniyor….

SADİ ÖZGÜL

Yazar