İktidar toplumun sorunlarını ne hikmetse sıkıntının ortaya çıktığı başlangıç aşamasında değil, son evre olan dördüncü evreye geldiğinde duymaya, görmeye başlıyor.
O zaman da zaten iş işten çoktan geçmiş oluyor.
Dikkat edin bu gözlemimi hemen her konuda görmek mümkün. Örneğin temel gıdada şeker, un, bakliyat, ayçiçek yağı, süt ve süt ürünleri gibi ürünler başta 3 harfli birçok zincir süpermarket tarafından büyük depolarda büyük miktarlarda stoklanıyor. Arz-talep dengesi kara propaganda ile bilerek manipüle ediliyor. Sonra ürünler dev depolardan market raflarına çok az gönderilip, vatandaş kıtlık olacak telaşesine düşürülüyor ve sonra gelsin kazık gibi zamlar.
Sonra da millet “kıtlık olacak” paniğine kapılıp ürünlerden %30-50″ daha zamlı olduğu halde 3’er 5’er kapmaya çalışma görüntüleri ekranlara taşınıyor ve zamlar misler gibi unutturulup hatta “bulduğuna şükret” mantığıyla meşrulaştırılıyor.
Bu oyun aylarca devam ediyor.
Yetkililerden tüm bu aşamaya kadar tık ses yok. Atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra biri hükümet adına ekranlara çıkıp; “haksız kazanç sağlayan esnafa büyük cezalar vereceğiz” türünden halkı şerbetleme bâbından gaz almaya çalışıyor.
- Peki sonuç?
Koca bir hiiiiç !! Türkiye’nin dört bir yanında zincir şubeleri olan 3 harfi marketlere sembolik cezalar kesiliyor. Çiftçi, memur, işçi, emekli, esnaf ve öğrenci kesimlerinin sorunları da bu şekilde hallediliyor. Ama dostlar alışverişte olmalılar ki, bırakın zamların geri çekilmesini sonra daha da artıyor. Böylelikle sembolik kesilen cezalarda tüketiciden çıkarıyorlar belki de…
Demem o ki; iktidara vatandaşın sorunlarını iletme mekanizmasında sanki bir sıkıntı var. Duvar mı desek, kangren mi bilmiyoruz. Ama vatandaşın sesi yeterli ulaşmıyor. Eğer ulaşıyorsa vatandaşın lehine kayda değer hiç bir etkisi ve tepki olmuyor. Arada bir ortaya çıkan tepki ise, üç harfli marketlerin temel gıda maddelerinde fiyat tekeli oluşturulması ve piyasayı da etkilemesinden dolayı alım gücü düşenler, sıkıntılarını siyasilerin halka açık etkinliklerde şikayet olarak dile getirdiklerinde; “nankörlük” yaftası yapıştırılıyor. işte bu çok daha büyük bir sorun.
Küçük-orta ölçekli esnaf sıkıntıda!!
Pandemi denilen Küresel ekonomi çökertme sürecinde küçük-orta ölçekli esnafın 2.5 yıllık yığılmış sorunları orada hâlâ duruyor. Vergi-SSK borçları, kredi-çek borçları, artan maliyetler vs.
- O dönemde tedbir ve önlem diyerek kapanmasını genelgelerle mecbur eden iktidar değil miydi?
Küçük ve orta ölçekli esnaf, kapalı ve sonrasında kısıtlı tuttukları iş yerlerinin kiralarını ödeyebilmek için elinde avucundaki birikimleri yetmeyince evini, barkını, arabasını yok değerinde sattı. Sonra geçinmek ve çarkını döndürebilmek için faizli krediler çekti. Ancak uzun süre kapalı tutulan işletmelerin borçları birikti ve katlandı.
- Peki hükümet duyuyor mu bu yüz binlerce esnafın dertlerini?
Yooo… Ne gezer! Kimsecikler yok!
Esnafa, üreticiye ve halka hizmetkar olarak geldiklerini iddia edenlerden, çok fazla bir şey istemiyorlar. Zaten olması gereken, yapılması gerekenleri bir an önce yapmalarını istiyorlar.
- Bu yapmak çok mu zor?
Yetkililere sorunları doğru çözmeleri için bir tavsiyem var. Esnaflara, emeklilere, çiftçilere, öğrencilere, memurlara rastgele ziyaretlerle görüşmeler yapsınlar ve dertlerini dinlesinler.
Kesinlikle onları temsil ettiğini söyleyen oda, sendika ve STK’ların temsilcileriyle yaptıkları görüşmelerde anlattıklarına itibar etmesinler. Çünkü onlar şirin ve sevimli görünmek adına, siyasetçilerin duymak istediklerini dile getiriyorlar. Pembe tablolara atılan ilk fırça darbeleri de işte böyle başlıyor. Bunun gibi pembiş pembiş söylemler ve hayali anlatımlarla yöneticiler halkın gerçek sorunlarından da gittikçe uzaklaşıyor ve bihaber kalıyorlar. Ondan sonra da tv ekranlarında sanki bambaşka ülkelerde yaşıyorlarmışcasına konuşmalarını dinlemek zorunda kalıyoruz.
Sokaklardaki başıboş köpek sorunu önemlidir.
Bu dertten muzdarip insanların bu sıkıntısı ise aylardır duyulmuyor, hatta duymazlıktan geliniyor. “Sokaklarda sürü halinde gezen başıboş köpeklerden temizlenmeli…” diyen çoğunluk köpeğe düşman falan değil. Bunun kendileri ve çocukları için tehlike arz ettiğini haykırıyor uzun süredir.
- Peki haykırışta bir netice var mı?
Aynı taktikler devam ediyor. Sorunun büyümesini bekleme ve kamuoyunda artık örtbas edilemeyecek noktaya geldiği için mecburen el atmış gibi yapıyorlar. Ciddi el atmak için illa birkaç insanın daha mı ölmesi gerekli?
Tüm olanlardan çıkan sonuç şudur;
Gıda Krizi ve kıtlık olacak algısını taze tutup zamlar ile Türk halkı daha fazla sömürülüp fakirleştiriliyor.
Tüm anlattıklarımıza inanmayan siyasetçiler, odalar, sendikalar, STK’lar vb. varsa;
Bizzat esnafın içine, cadde-sokaklardaki işyerlerine, çarşıya, pazara, üniversitelere, parklarda oturan emeklilerin yanına, huzur evlerine, hastanede yatan hastalara, vatandaşların evlerine bizzat ziyaretler yaparak gerçekleri görebilirler.
Berkant YÜKSELTÜRK