Abdülhamid Dengeci miydi? Yoksa Teslimiyetçi miydi?
Sultan II.Abdülhamid’in ölümünün 100 yılında bir tartışma başladı.
Tartışmanın konusu Sultan II.Abdülhamid’in günümüz idarecileri için rol model olup olmadığı yönünde.
Bu yazı da konu edilecek olan tarihi olaylar, II.Abdülhamid’in hezimetlerini görmezden gelerek ölümünden 100 yıl sonra bile zafer kazanmış padişah olarak sunan menfaatçi bir zümrenin, Türk halkına öğretmiş olduğu ezberlerini bozmaya devam edecektir.
Öyleyse başlayalım…
1897 Osmanlı-Yunan savaşı, Osmanlı’nın son yüzyıllarında kazandığı tek ve son savaş olmasına rağmen nedense üzerinde pek durulmaz.
Savaş, Yunanistan’ın (özellikle Girit’teki) Osmanlı vatandaşı Rumları isyana teşvik etmesi ve çetelerin sınıra saldırması yüzünden çıktı.
Ethem Paşa komutasındaki 120.000 kişilik Osmanlı ordusu 75.000 kişilik Yunan ordusuna üstün geldi; belirleyici muharebe Dömeke‘de oldu. Osmanlı ordusu 40 bin Yunan askerin koruduğu Dömeke kalesini aldı . Zafer Osmanlı ordusuna Atina yolunu açtı! Bunun üzerine Sadrazam Halil Rıfat Paşa, II.Abdülhamid’e “Atina’yı alalım” önerisinde bulundu. Böylece masaya güçlü oturulacaktı. Ama padişah II.Abdülhamid öneriyi reddetti.
1897 zaferi tüm Osmanlı vilayetlerinde duyuruldu. Hatta “Dömeke marşı” bile bestelendi. Yüzyıllardır zafere hasret kalmış Osmanlı halkına moral oldu. Osmanlı’nın zaferi Avrupa’da da ses getirdi. Ama Osmanlı zaferine rağmen İstanbul’da imzalanan anlaşma faciaydı: Çünkü Osmanlı savaşta aldığı yerlerden çekildi ve Girit’i fiilen Yunanlılara terk etti!
Girit’in kaybının duyulmaması için Osmanlı’yı istibdat (sıkıyönetim) ile yöneten II.Abdülhamit basında anlaşmadan bahsedilmesini yasakladı. Hatta Girid yazılmaması ile yetinilmeyip “GRD” harfleri dahi sansürlendi!
Ne kadar gizlense de sonuç kulaktan kulağa yayıldı ve 1897 Osmanlı-Yunan Harbi, kazanılmasına rağmen masada kaybedilen savaş olarak tarihe geçti.
Abdülhamit’in hezimetlerini bile zafer olarak sunan kitlenin 1897 zaferinden pek bahsetmeme nedeni ise, sonrasındaki anlaşma olsa gerek. Konunun ötesi tarihten çıkıp siyasete gidiyor.
Küçük Balkan devletleri ise, bu savaştan büyük ders çıkardı: Bundan sonraki savaşlara/çatışmalara hazırlıksız ve yalnız olmayacaktı. İşbirliği yapıp güçlerini birleşme başladılar ve birleşme işini 1912 de tamamladılar.
İlginç bir detaysa; Osmanlı vatandaşı olan Rumlar, bu savaşta Osmanlı ordusunun yanında değil de, Yunan ordusuna katılıp vatandaşı olduğu Osmanlı’nın ordusuna karşı savaştı. İşin garibi ise, savaş bittikten sonra bu hainlerin Osmanlı egemenliğindeki yurtlarına geri dönmesine II.Abdülhamid tarafından izin verilmesiydi.
Peki öyleyse;
- Abdülhamit’in “uzlaşmacı ve denge” politikalarına ne olmuştu?
- Abdülhamid hakkında farkı şeyler yazıldığında, itiraz edenlerin”dönemin şartlarına göre uzlaşmacı ve denge politikaları güderdi” iddiaları ne kadar gerçekçi?
- Sultanın Abdülhamid’in bu olumsuz ve tuhaf kararlarında Rusların etkisi var mıydı?
Bu sorulara cevap vermek için buraya kadar yazdığımız 1897 Osmanlı-Yunan savaşında gelişen olaylar sizler için yeterli değilse, yine Balkanlar’da vuku bulan bir başka olay belki bakış açınızı değiştirecektir.
Neydi bu olay?
Ağustos 1903 te Bulgar ve Makedon çetelerinin başını çektiği Makedonya’da ayaklanma çıktı ve aylarca sürdü. Bunların arkasında Rus elçiler ve konsoloslar vardı.
Bu arada Manastır’da bir olay yaşandı. Olayın kahramanı yine bir Rus konsolosdu. Adı Aleksander Arkadjevich Rostkovsky.
Konsolos Roskovski’nin hikayesine geçmeden önce Osmanlı’nın durumuna bakmak lazım.
1903’te Osmanlı üzerinde özellikle Makedonya yüzünden çok baskı vardı. Yönetimin tek sahibi II.Abdülhamid dengeleri gözetmeye çalışıyordu ama başarılı olamıyordu.
Yabancı elçiler/konsoloslar sürekli baskıyla özellikle Makedonya’da kendi lehine istedikleri reformları (ıslahatı) yaptırıyorlardı. Ama bu da Arnavutları ayaklandırıyordu. Konsoloslar verilen tavizlerle güçlendikçe şımarmış ve garip taleplerle gelmeye başlamışlardı. Osmanlı ise bu taleplere karşı koyamayacak durumdaydı.
II.Abdülhamid padişahlığı döneminde Osmanlı’da en imtiyazlı olanlar Rus konsoloslardı. Osmanlı askeri II.Abdülhamid’den gelen emir doğrultusunda Rus konsolosa selam durmak zorundaydı! Durmadığında ise büyük olay çıkıyordu. Bir süre sonra askeri selam ayrıcalığına, Fransız konsolosların kıçı kırık TERCÜMANLARI bile sahip oldu. Osmanlı askeri ise bu durumdan çok rahatsızdı. Bu selam işi zaten garip bir eziklik haliydi askerler arasında.
Tanınmış Sibiryalı Tatar Seyyah Abdürreşid İbrahim de, Osmanlı askerlerinin ve Cisri Mustafa Paşa’nın da hiçbir geçerli sebep yokken yabancı yolcuları taşıyan trenleri selamlama geleneğine tanık olduğunu anlatmaktadır (Abdürreşid, 2003: 78-79).
Gelelim Roskovski’nin hikayesine;
Manastır’ın Rusya konsolosu Aleksander Arkadjevich Rostkovsky tam arıza bir tipti. Halkı aşağılar, Osmanlı askerine hakaret eder ve hatta kırbaçladığı bile olurdu!
Aleksander Arkadjevich Rostkovsky 42 yaşında, Rus hariciyesinin gözdesi bir konsolostur. Rostkovsky Moskova’dan aldığı emirlerle Makedonya’da ki isyanları teşvik etmekte, ama bastırılan isyanlarda çetelerin verdiği kayıplar sonrası ise öfkesini zor zapt etmektedir.
Rostkovsky adeta olay çıkarmak istercesine, bir gün kendisine selam vermeden geçen bir Osmanlı askerini elindeki şemsiyeyle herkesin gözü önünde döver. Bu durum askerin gururuna dokunur. Kendi topraklarında bir Moskof tarafından aşağılanmayı hazmedemez.
Kader bu ikiliyi 8 Ağustos 1903 sabahı yine karşılaştırır. Konsolos Rostkovsky’nin şemsiyeyle dövdüğü asker, Nüzhetiye Karakolu’nda nöbetçidir. Rostkovsky karakolun önünden geçerken askerlere bakar, selam vermediklerini görünce hiddetlenir ve üzerlerine yürür. Bir süre önce konsolos şemsiyeyle dövülen o asker konsolosu tanımıştır ama üzerinde üniforma olmadığı için selam vermez, Rostkovsky’in kendisine bağırmaya başladığında ise kimlik sorar. Bu hareket karşısında iyice öfkelenen Rostkovsky tabancasına davranır. O asker konsolosun bu hamlesini görünce tetiğe basar ve Rostkovsky’yi vurur. Biri göğsünden, biri de başından olmak üzere iki ağır yara alan Rostkovsky olay yerinde can verir. Silah sesini duyup karakola koşan Erkan-ı Harp yüzbaşısı Enver beye silahını teslim eden asker: “Ben vurdum, silahına davrandı, o beni vuracaktı, ben önce hamle ettim” der. Yaptığının nefsi müdafaa olduğunu söyler.
Padişahın hafiyeleri ise, hemen PAYİTAHT’a haberi telgrafla geçerler.
Bir gün sonra yani 9 Ağustos günü Sultan II.Abdülhamid’in emriyle Divan-ı Harp kurulmuştur. Sultan bununla da yetinmemiş, kararın en kısa zamanda alınmasını buyurmuştur. Gereği yerine getirilir ve 4 gün süren yargılamada askerin idamına hükmedilir. Yetinilmez, yanındaki diğer nöbetçi olan askerde cinayete göz yummakla hüküm giydirilir. Onun cezası da idamdır. Bu kadarla da bitmez. Mahkemede askerin lehine tanıklı eden askere de 15 yıl kürek cezası verilir.
Rusya ise, boş durmaz. Karadeniz’deki donanmasını İstanbul’a doğru yola çıkarır.
Böyle bir durumda Rus donanmasının Osmanlının Karadeniz’deki şehirlere bir saldırı olasılığı karşısında tedbir alınması için Osmanlı donanmasını hemen Karadeniz’deki karasularına tedbir için gönderilmesi gerekirken, Sultan II.Abdülhamid Osmanlı karasularına giren Rus donanmasına karşılık olarak çiçek yollayacaktır. (şaka değil)!
Peki neden donanma gönderilmedi de, çiçek gönderildi?
Çünkü Osmanlı’nın iki önemli askeri güçlerinden biri olan donanması Osmanlı-Rus Harbi (1877) sonrasında II.Abdülhamid’in donanmayı 33 yıl Haliç’te hareketsiz ve çürümeye bırakılması nedeniyle sadece kuvvetini değil, kurumsal kültürü ve tecrübe birikimi de kaybedilmiştir. Bu nedenle II.Abdülhamid’in yanlış politikaları nedeniyle Osmanlı 20’nci yüzyıla donanmasız girdi.
O dönemde küresel finans kapitallerin en has adamı olan Talat Paşanın, 1861 de Sultan Abdülmecid’e karşı organize ettiği kanlı suikast saray darbesi sonrasında Sultan yaptırdığı Abdülhamid, “darbeyle gelen darbeyle gider” gerçeğinin farkında olduğu için muhtemel yeni bir saray darbesi ile saltanatına son verilecek olmasından korkarak donanmayı kişisel kaygılar ve tercihleri nedeniyle Haliç’e kilitleyerek tasfiye etmesi, devlet politikasına dönüştürdü. Neticede bahriye için karanlık sayılan bu dönemde değil tatbikat yapmak, savaş durumunda dahi donanma görevini yapamadı.
Nitekim 1897 Osmanlı-Yunan savaşında donanma’nın Ege’ye çıkması emretmişse de, donanma gemileri değil Ege’ye, Haliç’ten Çanakkale’ye zor gidebildiler.
Osmanlı’nın diğer önemli askeri güçlerinden diğeri de, II. Mahmut döneminde en kritik jeopolitik konjonktürde kara gücünün temelini teşkil eden yeniçeri ocağının 1826’da kaldırılmasıdır. İkisinin de bedeli Osmanlı ve Türk milleti için çok ağır olmuştur.
Tekrar Manastır’daki konumuza dönelim;
Ruslar Manastır da konsoloslarının ölümü sonrasında Sultan II.Abdülhamid’in yaptıklarını da kafi görmezler. Manastırda ayaklanmaları bastıran başarılı Osmanlı subaylarının konsolos cinayetini tertiplediğini iddia ederek onların da ceza alması gerektiğini söylerler. Rusların planı ayaklanmalar bastıran tecrübeli subayların tasfiye dilmesini sağlamaktı. Böylece Makedonya’daki ayaklanmaların başarılı olmasını sağlayacaklardı.
Diğer konsolosların da içinde oldukları araştırma ve soruşturma komisyonu bu iddiayı mesnetsiz bulur. Buna rağmen II.Abdülhamid, Rusların isteklerini yerine getirir ve olayla ilgisi olmayan subayları görevden alır. Bazılarını da sürgüne gönderir.
Osmanlı iradesi, Rus baskısıyla kendi askerini haksız bir şekilde yargılayıp asmakla yetinmez daha sonrada olayla alakasız bir çok kişiyi azleder ve hapse atar.
Hemen arkasından Sultan II.Abdülhamid, Rus Çarına özür mektubu gönderir. Ölen konsolosun ailesine 400 bin Frank tazminat ödemeyi teklif eder. Ailesi ise, bu teklifi reddeder.
Bu olayda Osmanlı’nın yaşadığı acziyet, orduda görevli subaylar ve halk arasında ciddi rahatsızlığa sebep olmuştur. Netice de Abdülhamid’e tepki çok büyümüştü.
1903 yılı içinde Makedonya’da ikinci Rus konsolosun öldürülmesi ile de, zaten Rusya baskısı altında ezilen II.Abdülhamid’i iyice köşeye sıkıştırmaya devam etmiş, uzlaşmacı ve denge politikaları bir süre sonra TESLİMİYETÇİLİĞE dönüşmüştü.
PAYİTAHT ABDÜLHAMİD dizisi izleyenler çok iyi hatırlayacaklardır. Dizinin ilk bölümünde İngiliz sefirinin (elçisinin) Padişahtan yediği okkalı Osmanlı tokadı sahnesi vardı.
Osmanlı tarihinde böyle bir olay hiç yaşanmamış olmasına rağmen, TRT’de yayınlanan Payitaht Abdülhamid dizisinde Abdülhamid’i canlandıran aktör’e güya Yıldız Sarayında İngiliz elçisi tokatlattırılırken ve bu masalla kandırılmış ve “Osmanlı tokadı böyle atılır” gazı verilmiş kitleler sokaklarda yanı başımızda dolaşırken, bizim tarihi belgelerle de doğrulanmış olan balkanlarda yaşanan bu iki tarihi olaydan bahsetmeyeceklerdir herhalde…
Çünkü, II.Abdülhamid’in “uzlaşmacı ve denge” politikalarının bir süre sonra TESLİMİYETÇİLİĞE dönüştüğünün farkına varılacağı için idarecilerimiz ve geleceğimizi emanet edeceğimiz Türk gençliği için hiçbir zaman “rol model” olmayacağı herkes tarafından daha iyi anlaşılacaktır.
En iyisi siz siz olun, Reis-i Cumhur’un “Neydik ne olduk bunu da bilelim, tarihimizi de bilelim. Payitaht’ı izliyorsunuz değil mi? orada görüyorsunuz” diye sorup sonra da kendisinin cevapladığına bakmayın.
Tarih, dizilerden ve siyasetçilerin oy devşirmek için anlattıklarından öğrenilmez.
Tarih ciddi kaynaklardan, çapraz okumalar yapılarak öğrenilir.
Vesselam…
Sadi ÖZGÜL
___________________________
KAYNAKLAR:
Osmanlı Yunan Savaşı: https://goo.gl/9AvoPw
Murat Bardakçı – Enver
Kazım Karabekir – Hayatım
Hasip Saygılı – Rostkovski’nin Katli (2013)
Mihail Yambaev – Rus Hattı (2005)
Dömeke Marşı: https://www.youtube.com/watch?v=kTbXqHDNDC0
Rostkovski’nin Katli: https://goo.gl/VU1ZJc
Payitaht Abdülhamid İngiliz Sefire Tokat: https://www.youtube.com/watch?v=8hBsr8FStww
Osmanlı Donanması: https://goo.gl/bUbnQx