Büyük Taarruz Zaferi Türk Milletinin Ortak Eserdir

Bundan tam 101 yıl önce, 30 Ağustos’un ilk saatlerinde, Afyon’da bir gaz lambasının aydınlattığı odada Mustafa Kemal, Mustafa İsmet ve Mustafa Fevzi, (Üç Mustafa) Anadolu’daki bin yıllık Türk tarihini yeniden şekillendirdi.

29 Ağustos gecesine gelindiğinde Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa ve Fevzi Paşa 29 Ağustos günü Afyon belediye binasında bir araya gelerek durum değerlendirmesi yaptı.

Temel mesele Yunan ordusunun kalan kuvvetlerinin nerede olduğuydu. Bu kuvvetler derhal bulunup imha edilmeliydi.

Mustafa Kemal Paşa, bu şartlar altında sahadaki askerlerin konumunu kafasında şekillendirmek istemiş ve cepheden adeta rapor yağmuru başlamıştı. En ileri hattakiler son durumlarını tümenlere bildiriyor, tümenler de yaklaşık 20 kilometre gerideki kolorduya iletiyordu. Kolordular bu raporları iletişim sorunları nedeniyle subaylar aracılığı ile ordulara iletiyor ve neticesinde tüm raporlar Afyon’daki karargahta toplanıyordu.

İşte, 29 Ağustos gecesinde bu raporlamaların telaşı ve düşmanın nerede olduğunun merakı vardı.

Mustafa Kemal, o gece gelen tüm bilgilere göre haritasını şekillendiriyor, her gelen haberle haritadaki kırmızı oklar ve çizgiler, düşmanın bulunabileceği bölgenin etrafını sarar hale geliyordu. Arazideki Türkler her yerde onları arıyordu. Çekilip yeni bir savunma hattı kurmalarına fırsat vermeden hepsini bulmak gerekiyordu. Mustafa Kemal geç saatte sona eren toplantının ardından biraz uyumak için odasına geçti. Fakat en ufak gelişmede uyandırılmasını söyledi.

Yaklaşık iki üç saat sonra Afyon Belediye binasına bir rapor geldi. Raporu okuyan Tevfik Bey satırlarda önemli bilgiler olduğunu görünce derhal Mustafa Kemal’in odasına yönelip kapısını tıklattı. “Girin” sözünü işitince kapıyı açıp içeri girdi.

Mustafa Kemal kalkıp yatağın kenarına oturdu. Tevfik Bey ise gaz lambasını yakarak rapordan söz etmeye başladı. Mustafa Kemal raporu alıp yatağa sererek dikkatli şekilde bakmaya başladı. Bir süre boyunca sessiz şekilde rapora bakan Mustafa Kemal aniden ayağa kalkıp üniformasına koştu. Bir yandan şekilde giyinmeye başlayıp diğer yandan İsmet Paşa ve Fevzi Paşa’nın acele çağrılmasını emretti.

Gördüğüm şey şuydu: Yunanlar Çalköy-Hamurköy bölgesinde tespit edilip sıkıştırılmış ve Türkler düşmanın bu önemli kuvvetini kuzeyden, güneyden, batıdan kuşatmaya uygun bir durum almıştı.

Kurt kapanı kurulmak üzereydi

Raporda bir süredir görmeyi umduğu şeyi görmüş ve aklında derin bir şüphe uyanmıştı. Şüphelerinin gerçek çıkması halinde tüm hikaye görkemli bir törenle sona erebilirdi. Fakat önce aklındaki sorulara cevap bulması gerekiyordu.

30 Ağustos 1922’nin ilk saatlerinde üç Mustafa, yani Mustafa Kemal, Mustafa Fevzi ve Mustafa İsmet, toplanıp son durumu değerlendirmeye başladı. Bu toplantı sonucunda Anadolu’daki bin yıllık Türk tarihi yeniden şekillencekti.

Düşman artık kurt kapanına girmişti. Bu nedenle Türk orduları kuzey ve güneyden düşmanı sarıp imha edecek, kaçmayı başaranlar ise süvari kolordusu tarafından kovalanarak mevzilenme imkanı bırakılmayacaktı. O esnada yan odada uyuyan Salih Bozok, çıkan gürültülerden uyanmıştı.

Ne olduğunu anlamak için toplantı salonuna giren Salih, Mustafa Kemal ve İsmet Paşa’nın haritaların başında kahkahalarla güldüğünü gördü. Mustafa Kemal, Salih’i fark ettiğinde “ne haber” diye sordu. “Bir şey yok” cevabını alınca “Nasıl bir şey yok? İçeri gel anlatayım” dedi.

Son gelişmeleri öğrendiğinde Salih’in içini büyük bir heyecan kaplamıştı. Fakat Mustafa Kemal’in heyecanı çok daha fazlaydı. Esasen muharebeyi Afyon’dan takip edeceklerdi. Fakat Mustafa Kemal dayanamadı. Artık bu binada kalamazdı. Mustafa Kemal ani bir kararla Fevzi Paşa’ya dönüp “Biz cepheye gideceğiz” dedi. Mustafa Kemal taarruz yapacak orduların başında, Fevzi Paşa da süvari kolordusunun başında olacaktı. İsmet Paşa da Afyon’da harekatı idare edecekti. Sabah 06:30’da yola çıktılar.

Zorlu bir yolculuktan sonra saat 09:00 civarı 1. Ordu Komutanlığı Karargahına varan Mustafa Kemal son durumları iletip harekat emirlerini verdi.

Fakat bir soru hala aklını kurcalıyordu.
Sıkışan Yunan ordusunu kim idare ediyordu?

Mustafa Kemal emirleri verdikten sonra 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa, sahadaki 4. Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşa’yı telefonla arayıp emirleri iletti ve “Siz düşmanın hareketini beklemeden onu muharebeye zorlayacaksınız” dedi.

Mustafa Kemal bu cümleyi duyunca; “Paşam, yalnız muharebeye zorlamak değil, mutlaka imha edecektir” diye bağırdı. Nurettin Paşa bu defa; “Başkomutan Paşa Hazretleri buyuruyorlar ki zorlamak kafi değil, mutlaka imha olunacaktır” diyerek emri düzeltti.

Mustafa Kemal o esnada karargaha getirilen esir Yunan askerleri görünce aklında bir fikir uyandı. Önce, esirlerin arasında subay olup olmadığını sordu. Bir tane olduğunu öğrenince sorgulanmak üzere getirilmesini istedi. Esir Yunan subayı, bitkin bir halde huzura getirildi.

Esir Yunan subayı bitkindi ama konuşmuyordu. Önce rahatlaması için çay ikram edildi. Akabinde konuşmaya başladı. Fakat bilgi vermiyordu. Genel olarak Yunan Başkomutan Hacıanesti’ye öfke kusuyor ve onun yüzünden bu halde olduklarını sitemkar bir dille anlatıyordu. Konuşurken bir ara durdu. Gözleri daldı. Ağzını yeniden açtığında; “Trikupis de şimdi sizin çevirdiğiniz grupla birlikte kim bilir ya esir olacak ya da ölecek” dedi. Mustafa Kemal’in gözleri çakmak çakmak oldu. Aniden ayağa kalkınca herkes ayaklandı.

Esir Yunan subay, farkında olmadan, sahadaki en büyük Yunan generalinin, sarılmakta olan kuvvetlerin başında olduğunu söyleyivermişti. Ayaklanan Mustafa Kemal emirler yağdırmaya başladı. Devirdiği çamın farkına varan esir Yunan subay, panik içinde bayılıverdi.

Mustafa Kemal artık karargahta kalamazdı.

En ileriye gidecek ve Yunan ordusunun nasıl imha edildiğini gözleriyle görecekti: Mustafa Kemal daha fazla bu ordu merkezinde kalamayacağını hissetti ve savaş durumunu cephede görmek istedi. Hızla Kocatepe bölgesine giderek bir tepede araziyi gözetlemeye başladı. Fakat tatmin olmamıştı. Oradan durumu dürbün ile gözlemeye uğraşmak sıkıntılı geldi. Daha ileriye, ateş yerine gitmek zorunluluğu ve ihtiyacı hissetti.

Mustafa Kemal yanındakilere; “dürbünle seyretmeyi bırakınız! Muharebeyi yakından ve bizzat idare etmek için ileri ateş mevzilerine gideceğiz” deyince, Nurettin Paşa bu kadar yaklaşmanın uygun olmadığını söyleyerek itiraz etti. Bu cevap canını sıkmıştı. Nurettin Paşa’ya “siz burada kalabilirsiniz” diyerek otomobiline atladı ve Kemalettin Sami Bey’le ateş hattına doğru yola koyuldu. Salih de Mustafa Kemal’in yanındaydı… Zaten onu böyle bir günde yalnız bırakması mümkün değildi.

Otomobil mermi vızıltıları eşliğinde ilerlerken bir asker hızla yaklaşıp otomobilin önünü kesti. Bu, 11. Tümen Komutanı Derviş Bey’in gönderdiği bir askerdi. Derviş Bey’in Mustafa Kemal’in farkında olmadan ateş hattına girdiğini düşünüp endişe etmiş ve bir at göndererek geri dönmesini istemişti.

Esasen haksız da sayılmazdı. Bir Başkomutanın ateş hattına böyle girdiği görülmüş şey değildi.

Fakat Mustafa Kemal’in dönmeye niyeti yoktu. Askere dönüp; “Bu atı ona götür. Kendisinin buraya gelmesini söyle” dedi. Derviş Bey gelince onunla konuşan Mustafa Kemal; “Biz burada iken topçular gerimizde olamaz” dedi. Bu emir uygulandığında ve topçular ileriye sürüldüğünde bu defa düşmanla çarpışan avcı hattı ile iç içe geçecekti. Derviş Bey emri verdikten sonra Mustafa Kemal’e dönüp; “Paşam, şimdi de avcı hattı ile topçu hattı bir araya geldi. Bu oldu mu şimdi?” dedi.

Başkomutan bu noktaya kadar geldiğine göre artık geri dönemezdi. O halde tüm ordu daha ileriye gitmeliydi. Derviş Bey, Mustafa Kemal’in kafasındakini anlamıştı. Gülümseyip; “Paşam emrederseniz avcı hattını ileri sürelim” dedi. Aldığı yanıt; “Derhal” oldu.

Fakat avcı hattıyla iletişim bağlantısı yoktu. Bu emri birinin götürmesi gerekiyordu. Başkomutan ateş hattına geldiğine göre artık bu emri bir askerle göndermek doğru olmazdı. Derviş Bey tüm riskleri göze alarak bizzat yola koyuldu ve avcı hattına girip emri bizzat verdi.

Mustafa Kemal de kıyametin kopacağı yerin biraz gerisindeki bir tepeye yerleşerek izlemeye başladı. Her şey gözlerinin önünde cereyan ediyordu: Trikupis’in şu karşıki tepede son gücüyle çırpındığını görüyor gibiydi. Bütün düşman alanlarında büyük bir heyecan ve telaş vardı.

Artık toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü kabiliyet kalmamıştı. Bu ovadan, kuzeyden ve güneyden birbirini izleyen vurucu hatlarımızın, batışa yaklaşan güneşin son ışıklarıyla parlayan süngüleri her an daha ileride görülüyordu. Düşmanı saran bir çember üzerinde yer almış olan bataryalarımızın aralıksız ve amansız ateşleri düşman alanlarını, içinde durulmaz bir cehennem haline getiriyordu. Güneş batıya yaklaştıkça ateşli, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda duyuluyordu.

Bir zaman sonra dünyada büyük bir yıkım olacaktı. Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi. Karanlıklar içinde bu yıkım gerçekleşmeli idi. Gerçekten gökyüzünün karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara saldırdılar. Artık Türk ordusunun karşısında bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Tam olarak yok olmuş perişan bir arta kalan kitle bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi çok korkan ve titreyen, şekilsiz bir kitle, tuhaf bir karmaşa halinde kaçmak için açıklık arıyordu.

Anadolu’nun bin yıllık kaderini değiştiren son büyük çarpışma bizzat Mustafa Kemal’in gözleri önünde cereyan etmiş, muharebenin en kritik dakikalarında büyük bir heyecanla; “Hacıanesti, gel de ordularını kurtar!” diye haykırmıştı.

Biraz sonra telefonla haber geldi ve tüm milletin beklediği kutlu müjdeyi verdi: “Karşımızdaki düşman çil yavrusu gibi dağıldı. Ve Murat dağlarına doğru firara başladı”

Artık sıra Fevzi Paşa ve süvari kolordusundaydı. Hepsini kovalayacak ve yok edecekti.

Mustafa Kemal’in omuzlarından büyük bir yük kalkmıştı. O yük tüm milletin kaderiydi. Yıllar önce İstanbul’a varıp düşman donanmasını gördüğünde; “geldikleri gibi giderler” demişti. Şimdi de; “artık bu iş bitmiştir” dedi.

Fakat heyecanı hala bitmiş değildi.

Şimdi de düşmandan yeni temizlenen Dumlupınar’a girmek istiyordu. Salih bunun yaratacağı tehlikeleri düşünüp; “yolu bilmediklerini ve Afyon’a dönmeleri gerektiğini” söyleyince Mustafa Kemal kızgın bir ses tonuyla; “Yolu bilen birini bul” dedi.

30 Ağustos günü Dumlupınar’a giren Mustafa Kemal geceyi terk edilmiş bir köy evinin damında kurulan çadırın içerisinde askeri üniformalardan kesilip yapılan yastık ve örtünün içerisinde geçirdi. Muzaffer Başkomutan’ın karargahı bundan ibaretti.

O esnada Dumlupınar’a esir Yunan subayları getiriliyordu. Bunlar arasında bulunan tümen komutanları, bir Türk generalinin yanına götürülüp sorgulandı. Sorgulama sonrasında Salih’e; “az önce kiminle görüştüklerini” sordular. Mustafa Kemal olduğunu öğrendiklerinde verdikleri cevap şuydu: “Zafer kazanmak sizin hakkınızdır. Çünkü bizim başkomutan Hacianesti İzmir’den idare etmek istedi ve oradan ayrılmadı…”

Bir iki gün içerisinde Yunan ordu komutanı Trikupis de ele geçirildi. Kısa süre önce Yunan orduları başkomutanı tayin edilmişti fakat o hengamede öğrenmesi mümkün olmadan esir düşmüştü. Trikupis’e yeni görevini Mustafa Kemal iletti. Ama artık çok geçti. Mustafa Kemal, Trikupis’le yaptığı görüşme, Sultan Alparslan’ın Diyojen’le yaptığından farksızdı. Dize getirdiği düşmanına Türk’ün töresi gereği nazik davrandı: “Görevinizi yaptığınızdan eminseniz müsterih olabilirsiniz. En büyük komutanların bile esir oldukları tarihte yazılıdır” dedi.

Savaştan iki yıl sonra Dumlupınar’a giden Atatürk, askerlerinin 30 Ağustos günü şehit olduğu alanı hüzünlü şekilde seyretti. Bu esnada Esat Nedim Tengizman deklanşöre basıp o anı ölümsüzleştirdi.

Atatürk’ün en sevdiği fotoğrafıydı.
Daha sonra Time’a kapak oldu.

Atatürk Büyük Taarruz içim şöyle demiştir; “İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir. Şerefler de ortaktır. Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak, yalnız bana ait olacaktı”

Büyük Taaruz ve Zafer Bayramımız kutlu ve daim olsun…
***

Yorumcalar’dan…

Yazar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir