Yunanistan tarihi boyunca büyük güçler tarafından desteklenmiş, onların yardımıyla toprak kazanmış ve kendi başına politika ve strateji üretememiş bir ülkedir. Öyle ki kralları bile Yunan değildi.
Şimdi kısaca süreci özetleyip günümüzde yaşananlarla bağlayalım…
Yunanistan’ın bağımsızlığı, Osmanlı’nın yenilik hareketlerinin gerici isyanlarla boğulmaya çalışıldığı bir dönemin sonrasında, Osmanlı – Rus Savaşı ve akabinde patlak veren Sırp İsyanı’nın ardından filizlendi.
Yunanlar 1821’de büyük bir ayaklanma ve katliam başlattı.
Mora ve Orta Yunanistan’da bulunan Türklerin tamamını yok eden (ki bu bir soykırımdı) Yunan isyancıları, Osmanlı tarafından durdurulamadı. Zaten Osmanlı o dönemde türlü sorunlarla boğuşuyordu hatta Yeniçeri Ocağı o dönemde kanlı şekilde kaldırılmıştı. Neticesinde İngiltere, Prusya, Fransa, Rusya ve Avusturya-Macaristan gibi büyük güçlerin tamamı tarafından aynı anda destek görünce bağımsızlıklarını 1932’de kazandılar.
Krallığın başına Bayveralı bir prens olan Otto geçirildi.
Otto, 30 yıllık hükümdarlık döneminde toprakları genişletmeyi başaramayınca tahttan indirildi ve yerine bu defa Danimarka Kralı’nın 17 yaşındaki oğlu George geçirildi. George döneminde İngiltere, kullanımını elinde bulundurduğu İyon adalarını Yunanistan’a devretti. Osmanlı, 1877 yılında başlayan Rus Savaşı’nda ağır bir yenilgi aldıktan sonra imzalanan Berlin Antlaşması’nda, savaşa hiç katılmayan Yunanistan’a Teselya bölgesinin verilmesi kararlaştırıldı.
Böylece 1881 yılında Teselya, Yunanistan’a geçti. Yunanistan, 1897 yılında tarihinde ilk kez herhangi bir destek olmadan Osmanlı’ya karşı politika geliştirdi ve Osmanlı topraklarında isyanlar körükledi. Akabinde çıkan savaşta Türk ordusu Atina’ya girmek üzereyken Rus Çarı’nın tehdidi nedeniyle savaş sona erdi. Yunanistan, yapılan anlaşmada Osmanlı lehine bazı sınır düzeltmeleri yapmayı kabul etti ve bir miktar tazminat ödedi. Karşılığında Osmanlı’nın işgal ettiği Teselya bölgesi Yunanistan’a iade edildi ve Girit’in özerkliği sağlandı.
1911 yılında İtalyanlar Trablusgarp’a saldırında, durumu fırsat bilen Balkan ülkeleri Osmanlı’ya karşı harekete geçip savaş başlattı. Yunanistan bu savaşa katıldı ve neticesinde Epir ve Selanik bölgesini 1913 yılında ele geçirdi.
Aynı yıl kral öldürüldü ve yerine oğlu Konstantin geçti. Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmesiyle İngiliz desteğiyle harekete geçen Yunan ordusu İzmir’e çıkarıldı ve Ege bölgesini işgal etmeye başladı.
Savaşın sonunu hepimiz biliyoruz, bir kez daha dış destekle harekete geçen Yunanistan, bu defa sert kayaya çarptı ve savaşı kaybetti. Karadenizdeki Pontus devletinden, İstanbul’dan, Ege’den ve Doğu Trakya’dan vazgeçmek zorunda kaldılar. Ellerinde sadece Batı Trakya kaldı. Yunanistan son toprak kazanımını ikinci dünya savaşının ardından elde etti. Ülke savaş döneminde ağır bir işgal yaşamıştı ve savaşın bitiminde İtalya, 1912’de Osmanlı’dan aldığı 12 adayı Yunanistan’a devretti. Böylece Ege adaları büyük Yunanistan’ın eline geçmiş oldu.
Yunanistan, 1950’lerden itibaren gözünü bu defa Kıbrıs’a dikti. Adayı ilhak etmek için harekete geçse de Türkiye’yle karşı karşıya geldiler. 1974’te yapılan harekatla Türkiye, adanın önemli bir bölümünü ele geçirdi. Yunanistan, böylece bir kez daha başarısız oldu.
Tarihteki 9 kralının tamamı yabancı olan Yunanistan, Cumhuriyet’in ilanıyla da birlikte daima Batı desteği alarak varlığını sürdürdü. Bu desteğin nedeni, ülkenin Türkiye’ye karşı daima bir kalkan ve mızrak vazifesi görmesidir. Batı için Yunanistan çok kullanışlı bir aparattır. Kıbrıs harekatından sonra NATO’nun askeri kanadını terk eden Yunanistan, geri dönmek için Türkiye’nin onayına muhtaçtı. Geri dönüşlerini 12 Eylül darbesini yapan Kenan Evren, herhangi bir karşılık istemeden onayladı.
Bugünlerde ABD, komşumuz Yunanistan da yeni üsler kurmanın peşinde.
Görünürdeki hedefin Rusya olduğu söylense de buna ikna olmak pek mümkün değil. Türkiye’nin gittikçe AB ve ABD’den uzaklaştığı, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta Batı ile zıtlaştığı ve Rusya ile yakınlaştığı bir dönemdeyiz.
ABD, Yunanistan – Türkiye geriliminden fazlasıyla kazanım elde etti yeni üsler kurmayı başardı. Esasen iki ülke arasındaki tarihi düşmanlıktan geriye eser kalmamasına rağmen Yunanistan’ın Ege Denizi’nde Türkiye’nin hareket alanını kısıtlama çabası yeni bir düşmanlık oluşturdu. Ve tabi Yunanistan, Lozan hükümlerine aykırı şekilde Türk sahillerine yakın adalarını silahlandırıyor.
Öte yandan Lozan’a yansımayan bazı kayalık ve adacıkları işgal ederek toprağı yapmaya çalışıyor. Tüm bunlar çözümü zor yeni bir kriz nedeni olarak ortaya çıktı. Ek olarak Yunanistan bir süredir ciddi ekonomik sorunlar yaşıyor ve böyle bir dönemde partiler, halk desteği sağlayabilmek için popülist şekilde Türk düşmanlığına oynuyor. Haliyle süreç bu noktalara kadar geliyor.
Türkiye’nin Ege Denizi’ndeki hakimiyet alanından ve adacıklardan vazgeçmesi mümkün değil. Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki konuların da çözümü de neredeyse imkansız gibi. Haliyle bu çözümsüzlük belirli periyodlarla kriz doğuruyor.
Türkiye, (hükümet) Ege’de Yunanistan’ın adaları hukuksuz biçimde silahlandırmasına karşı Lozan’a, Karadeniz’deki savaş haline karşı da sırtını Montrö’ye dayanıyor. Ancak hükümet ve taraftarları yıllardır hem Lozan’ı hem Montrö’yü “hezimet” olarak niteliyorlardı. Bu gün ise; yakın bir zamana kadar ‘Hezimet’ dedikleri Lozan’a, burun kıvırdıkları Montrö’ye sarıldılar!
Bu çözümsüz krizlerin bir gün çatışma halini alması mümkün mü?
İmkansız değil. Neticede çözüm için iki taraftan birinin ciddi taviz vermesi gerek. Zira Kıbrıs ve Ege suları Türkiye için savaş sebebidir. Yunanistan ise hem AB üyesi hem NATO müttefikidir. Hal böyle olunca olası çatışma senaryoları oldukça kaotik bir durum oluşturuyor. Kaldı ki ABD’nin fırsattan istifade ederek Yunanistan’da kurduğu üsler, hem çözüm hem de savaş ihtimalini kilitliyor. Sorunların çözümü neredeyse imkansız gibi. Gerilimler de hiç eksik olmayacak. Bu süreç, iki ülkenin de askeri harcamalarını yükseltiyor. Haliyle ekonomi için ciddi bir yük oluşturuyor. ABD ise bu sayede Balkanlarda yeni üsler ve hareket alanları kazanmış oluyor.
Gelişmeleri özetlersek;
Sürecin kazanını ABD’dir. Burada problem, Türkiye’nin sorunların bazılarında uzun vadede kararlı olamamasına vurgu yapmak gerekir. İktidar yaklaşık 15 yıl önce Annan Planı’nı onaylıyor, Denktaş’ı eleştiriyor, Kardak Krizi’ni önemsemiyor ve Ege sularındaki savaş sebebini tartışıyordu. Yunanistan’ın Lozan’a aykırı şekilde silahlandırdığı adalarla ilgili itirazlar bile çok sonradan dile getirildi. Haliyle bu “kararsız” tutum, Yunanistan’ın cesaretlenmesini sağlıyor.
Yunanlar, dış destek gördüklerinde hayal kurmaya çok yatkın bir toplumdur…
Türkiye’nin artık geçmişteki hatalarını tekrar etmemesi ve milli politikasını net şekilde belirleyip, her zerresini, her türlü gelişmede en açık şekilde savunması gerekir.
Peki siyasiler Ege ve adalar sorununu Türk halkına tam anlatıyor mu?
Maalesef hiçte öyle görünmüyor… Bakın bu konuda Emekli Amilar Cihat Yaycı paşa şunları söylüyor;
- “Bütün bu saldırganlığın kaynağı Yunanistan’dır!”
- “Adaları silahlandıran, ABD ile Dedeağaç’a askeri yığınak yapan, karasularını artırmaya çalışan, Türkiye’nin hava sahasını yok sayan, Türkiye’yi nükleer silahla tehdit eden Yunanistan’dır!”
- “Yunanistan’ın karasularını artırması demek anakaramızdan toprak almasıyla aynı şeydir”
- “Yunanistan karasularını 1 mil arttırırsa kullandığımız açık denizlerin %13’ünün Yunanistan’ın olacak!”
- “15 Temmuz’da hedefine ulaşamayanlar hedef değiştirmedi yöntem değiştirdi.”
- “Sevr’de, 1922’de, Sykes Picot’ta hedefine ulaşamayanlar hedef değil yöntem değiştirdiler!”
Hatta Yunanistan’ın arkasındaki güçlerin şunları yaptıracakları konusunda da şu uyarılarda bulunuyor;
- Yunanistan’a karasularını 6 milin üzerine çıkarttıracak.
- Türkiye haklı olarak kabul etmeyecek, zira Yunanistan’ın karasularını 1 mil artırması Adalar Denizinde Mavi Vatanımızın %13’ünün gasp edilmesi anlamına gelecek, çatışma ortamı oluşacak.
- NATO üyesi bir devlet diğerine saldırıyor algısı ile Türkiye’yi NATO’dan çıkartacaklar.
- Akabinde Kıbrıs’ın tek devleti olarak kabul ettikleri GKRY ve İsrail’i NATO’ya alacaklar.
- Böylece artık NATO üyesi olan GKRY’nin toprakları artık NATO üyesi olmayan Türkiye tarafından işgal edilmiş sayılacak ve 5.Madde kapsamında Türkiye’ye müdahale zemini oluşturacaklar.
- Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki teröristlere müdahalesini de NATO’nun sözde müttefik güçlerine müdahale gibi lanse edecekler ve müdahale zeminini güçlendirecekler.
Peki Türkiye ne yapmalı soruna cevap veren Yaycı şu önerilerde bulunuyor;
“Şimdiden Yunanistan’ın karasularını 6 milin üzerine çıkarması ihtimaline karşılık, TBMM’nin 1995 deklarasyonunun arkasında olunduğu tüm siyasi partilerce yinelenmeli. NATO ve BM nezdinde derhal Yunanistan’ın bu girişimlerinin Türkiye tarafından hayati hak ve çıkarlarına karşı olduğu gerekçesi ile kabul edilemez olduğu dile getirilmeli. Adalar Denizinde karasularının 3 mil olduğu Lozan statüsüne dönülmesi çağrısında bulunulması. Doğu Akdeniz’de İttifak fırsatları acilen hayata geçirilmeli”…
Peki Medyamız nasıl yayınlar yapıyor?
Barışla çözülme ihtimali yüksek bu krizde, düşmanlıkları kışkırtmak için yalan üstüne yalan senaryolar yazıyor.
Bazı TV kanalları; “Yunanistan’ın Meriç’e paralel tanksavar hendekleri kazdı. Bunları 135 km uzunluğunda, 32 mt genişliğinde ve 7 mt. derinliğinde…” diye haber yapıyorlar. Profesyonel asker olmayanlar bile böyle bir mevzii ya da tank hendeği olamayacağını anlayabilirler.
Günümüzde iktidarın Yunanistan çıkışı seçimlere yönelik bir hamle olabilir mi?
Emekli Amiral Türker Ertürk’e göre bu çıkışlar seçim mühendisliğine yönelik..
Ertürk sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada; “İktidarın Yunanistan için söyledikleri seçim mühendisliğine yöneliktir. Bugüne kadar Yunanistan’a yönelik Türkiye’nin güvenliğine ve yaşamsal derecede öneme sahip çıkarlarına sahip çıkmayan, sahip çıkalım diyenlere düşmanlık yapan iradenin bugünkü tavrı halkı kandırmak amaçlıdır!” görüşlerine yer verdi.
Velhasılı kelam;
Ege ve adalar sorununun Türkiye’nin kritik 2023 seçimlerine 1 sene kala yeniden kızışması inşallah sıcak çatışmaya dönüşmez. Ancak 20 yıldır bu ülkeyi Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak yöneten Recep Tayyip Erdoğan, iktidarı sürecinde Ege ve adalarda bunlar olurken işin uzmanlarının 20 yıldır ikaz ve çözüm önerilerine rağmen neden kalıcı çözümlere yönelik akılcı stratejik girişimlerde bulun(a)madığını tüm gerçekleriyle anlatmak zorundadır. Çözüm mercinin başında muhalefetin değil kendinin olduğunu unutmayan ve başkasını suçlayıcı hamaset dolu sloganlar olmadan tabi ki…
Yoksa Türk halkının büyük çoğunluğu;
“Erdoğan seçimleri kaybedeceğini bildiği için seçime kolay kolay gitmez, Yunanla savaş çıkartıp seçimleri 6 ay erteler… Sonra bir 6 ay daha erteler. Belki sonra bir daha ertele… Savaş demek, yerinden yurdundan göç demek, yokluk demek, kuyruk demek, karneyle ekmek almak demek…” diye düşünmeye başlar..
İşte o zaman kazanması mümkün olacağı seçimleri, kaybetmesi kaçınılmaz olur…
…
Yorumcalar’dan…