Bu makalenin amacı sokak köpeklerin itlaf edilip edilmemesi değildir. Türkiye’nin gündemine girmesi ve gelişmelerin arka planını sorgulama amacı taşımaktadır.
Başıboş sokak köpekleri Türkiye’yi yaşanmaz hale getirerek Anadolu topraklarını önce Türksüzleştirmek ve İslamsızlaştırmak üzerine 20 yıl önce projelendirilmiş ve adım adım büyütülen bir işgal ordusudur.
Bu işgal ordusunun kurdurulması süreci şudur;
5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun 2004 yılında yürürlüğe girmesi, o dönemde Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve Büyük Ortadoğu Projesi gibi konuların gündemde olduğu bir zamanda gerçekleşti. Bu kanun, sahipsiz köpeklerin korunmasını güçlendirerek, onların hukuki olarak insanlarla eşit bir konuma gelmesini sağlamıştır. Kanunun amacı hayvanları rahat yaşamlarını ve iyi muamele görmelerini temin etmek, acı ve eziyetten korunmalarını sağlamaktan ziyade hayvanları hukuk önünde ve sosyal alanda insanlardan üstün konuma getirmek idi. Bunu da 2004’den günümüze kadar geçen süreçteki etkilerinden anlaşılmaktadır. Bu sürece baktığımızda 5199 sayılı kanunun arkasındaki talimatın kaynağı küresel elitler olduğu açık açık görünmektedir.
Günümüzde iktidar, halkın tepkilerine daha duyarlı hale gelmiş ve yanıt vermek zorunda kalmıştır. Öte yandan, dini değerlerini ön plana çıkaran bazı küçük partilerin liderleri, Hz. Peygamber’in Medine’deki başıboş köpeklerin itlafına yönelik uygulamalarına rağmen, “İslam’da köpeklerin itlafı yasaklanmıştır” gibi görüşler ileri sürerek, sanki birer İslam alimiymiş gibi davranmaktadırlar. Bu durum, onların da küresel güçlerin etkisi altında kalmış olabileceğini düşündürebilir. “Allah kurtarsın” diyerek, bu tür yanılgılara düşmüş olabilecek kişiler için hayırlı dileklerde bulunabiliriz.
Türkiye’de sokak köpeklerinin itlafına karşı çıkan ünlüler, sivil toplum kuruluşları ve farklı platformlar, bu konuda uluslararası ilişkilerin etkisi olduğu yönünde şüpheler uyandırıyor. Bu durum, ulusal bir milli güvenlik sorun olarak ele alınmalıdır.
Başıboş sokak köpeklerinin sayısındaki artış, insanlara ve doğal yaşama verdiği zararlarla birlikte ekosistemi tehdit ediyor olması ve mevcut yasal düzenlemelerin bu sorunu çözmekte yetersiz kalması gerçeği ortada iken; hayvan haklarına duyarlı olduklarını öne süren bazı kişi ve kuruluşların uluslararası ilişkilerde devlet aleyhine etki oluşturabilecek dış bağlantılara sahip olmaları, finanse edildikleri güçlerin çıkarları doğrultusunda kamuoyu yaratma potansiyelleri nedeniyle ulusal güvenlik kaygılarını da artırmaktadır.
Bugünlerde “önce beni/bizi uyutun” yada “cesedimi çiğnersiniz” gibi tuhaf tepkiler veren sanat dünyasına bakalım; Sanat dünyası özellikle ekonomik ve kültürel olarak dominant olan ülkeler tarafından yönlendirilmektedir. ABD gibi gibi güçlü ülkeler, sanatın yönünü belirleyen ana aktörlerden biri olarak öne çıkmaktadır. Sanat alanında da, diğer alanlarda olduğu gibi, küresel elitlerin etkisi altında bir yeniden şekillendirme süreci yaşanmaktadır. Küreselleşme, sanatın kültürel kimliğine ve misyonuna derinlemesine etki ederek, sanat eserlerinin üretilmesi, yayılma ve algılanma biçimlerini küresel elitlerin çıkarları doğrultusunda dönüştürmektedir. Yukarıda bahsettiğimiz benzeri sözleri söylenlerin magazin haberlerine, sponsorlarına, çalıştıkları ajanslarına ve produksiyon şirketlerine derinlemesine bakılırsa bu ilişkiler ortaya çıkarılabilir.
Medya kuruluşları ve gazetecilere gelelim şimdide;
Medya kuruluşları yandaş sermaye tarafından kontrol ediliyor gibi görünse de, aslında küresel bir yapıya entegre olmuş durumdalar. Bu yüzden, görünürdekş patronları bu yapıya karşı savunmasızdır. Batı medyası adına çalışan gazeteciler konusunda uyanık olunmalıdır. Almanya adına çalışanlara daha da dikkatli olunmalıdır. Çünkü Almanya’nın bağımsız bir devlet olarak varlığı tartışmalıdır; zira 1945’ten bu yana Almanya, görünüşte ABD’nin, gerçekte ise küresel elitlerin etkisi altındadır. Alman devleti, insanlık aleyhine olabilecek hassas konularda küresel elitlerin çıkarlarını ilerletmektedir. Özellikle planlı pandemi sürecinde, DSÖ’nün “tek sağlık” misyonuna güçlü destek vermiştir. Özellikle Alman medyası için çalışıpta Küreselcilere karşı olduğunu belirtenlere asla inanılmamalı.
Sosyal Medyaya gelirsek;
Sosyal medya, aktivistlik ve fenomenlik kavramlarının iç içe geçtiği bir dönemdeyiz. Öyle ki, sosyal medya üzerinden etkinlikler organize eden ve toplumsal hareketlere öncülük eden fenomenler, bu alanda birer mesleki profesyonel olarak anılmaya başlandı. Hatta bunun bir meslek dalı olduğu ve ABD’de bu alanda öne çıkan isimlerin, etkilerine bağlı olarak yıllık 100 bin dolar gelir elde ettikleri bilgisi medyada yer alıyor artık. Türkiye’de ise bu yeni meslek dalı henüz tam anlamıyla bilinmiyor ve insanlar, sahada aktivistlik yapan yerli fenomenlerin gerçekten bu işi meslek olarak mı yaptıklarını yoksa birer gönüllü mü olduklarını kestiremiyorlar.
Partilere konusuna yeniden dönersek;
Aralık 2022’de CHP Ekonomi Konferansı’nda Kemal Kılıçdaroğlu, küresel ısınmaya sığırların gaz çıkarmasının etkisi olduğunu belirten Jeremy Rifkin ile canlı bağlantı kurdu. Bu hamle, bazı kesimlerce Kılıçdaroğlu’nun küresel güçlerle olan ilişkisini gözler önüne serdiği şeklinde okunabilir. Jeremy Rifkin; Küresel elitlerin görüşlerine uygun olacak şekilde ekonomik kriz, enerji güvenliği ve iklim krizi zorluğunu ele alan uzun vadeli ekonomik sürdürülebilirlik planlar yönünde kitapları olan Amerikalı ekonomik ve sosyal kuramcı, yazar, konuşmacı, siyasi danışmandır.
Özgür Özel’in sokak köpekleri meselesine yaklaşımı, beklenenin dışında değil. “Uyutma değil, etkin kısırlaştırma ve barınaklar çözüm olabilir” diyerek alternatif yollar yerine klasik şeyler söylemeye devam ediyor. Fakat, bu önerilerin yüksek maliyetleri ve uygulama süreci söz konusu olduğunda, Özel’in net bir yol haritası sunmak yerine, kaçamak ifadelerle konuyu geçiştirdiği görülüyor.
Aynı şekilde, iki CHP’li belediye başkanının Arapça dükkan tabelalarını kaldırma girişimine “dinin istismarı” savıyla müdahale etmesi de onun küreselcilerin Anadolu da Türk dilini zayıflatma ve yok etme planlarıyla benzer tutarlı yaklaşımını yansıtıyor bile olabilir. Sonrasında bu sözlerinden dolayı partisinin içinde rahatsızlıklar başgösterince, Arapça tabelaların kaldırılması konusunda, yasal düzenlemelere uyulması gerektiğini ve popülizmden kaçınılması gerektiğini vurguluyordu. Bu durum, onun küreselciler lehine kamuoyunda iddia edilen duruşunu doğruluyor olabilir.
Ülke insanı sokakları dar etmeye başlayan sokak köpeklerinin savunuculuğunu üstlenen sözde dindar, milliyetçi ve muhafazakar partiler ile halkçı ve diğer popülist partilerin bu tutumu, genelde ne tür politikalar izlediklerini sorgulamamız için bir sebep olabilir. İnsanlarımız yerine sokak köpekleri konusundaki bu korumacı ani ilgi, belki de onların toplumsal sorunlara yaklaşım biçimlerini ve önceliklerinin arka planında neler ve kimler olabileceğini yeniden değerlendirmemiz gerektiğini gösteriyor.
SADİ ÖZGÜL