
“Kızıl Goncalar” TV dizisi ile ilgili çok yazılar yazıldı ve çok sözler söylendi.
Böylesine ses getiren bir dizi için, ben de bir şeyler yazma ihtiyacı duydum. İzlediğim kadarıyla, yazacaklarımı genelleme olarak ele alacağım.
Her şeyden önce dizide, gerek “muhafazakâr kesim” ve gerekse “seküler kesim” için bir “denge unsuru oluşturulmaya” çalışılmış. “Denge unsuru” ne kadar sağlandığı veya sağlanamadığı ise ayrı bir konu. Şu kadarını belirtmeliyim ki, fevri kişilerin yaptığı bazı olumsuz veya abartılı “ritüelleri” genele yayarak büyük bir algı oluşturulmaya çalışılmış…
Bugüne kadar, gerek sinemada ve gerekse dizilerde “dini misyon” taşıyan karakterler hep olumsuz tiplemeler olarak karşımıza çıkıyordu. Bu dizide böyle bir tiplemenin olmadığını söyleyebilirim. Her iki kesimim karakterleri “makul ve normal tiplemeler” olarak verilmiş ama muhafazakâr kesime dolaylı olarak biraz daha fazla vurmayı da ihmal etmemişler.
Tek hikâye, tek karakter yok.
Dizi olduğundan dolayı hikâyeler çok yönlü ele alınmış, olumlu ve olumsuz olaylar zinciri detaylı bir şekilde veriliyor.
Her iki kesim için kutuplaşmalar var mı?
Var tabi… Hayatın her alanında da kutuplaşmalar zaten var. Bu hayatın bir gerçeği artık. “Hak var batıl var, artı var eksi var…” Hele hele filimler de “dramatik yapıyı” oluşturabilmek için çatışma olmazsa olmazlardan biri olduğundan bu kaçınılmaz bir durum.
Bu dizi için bu kadar yaygara çıkarmanın temelinde, “karşıt düşünceli bir kanalda yayınlanmasının” büyük etkisi vardır elbette. Başka kanallarda olsaydı belki bu kadar tepki çekmezdi.
Ancak günümüzde, ülkemizdeki cemaatlerin büyük bir çoğunluğu, “cemaat ile İslam” yan yana getirdiğinde, “cemaati İslam’ın önünde” tutanların sayısı oldukça fazladır ne yazık ki…
Pratikte böyle bir realite olduğundan, dizide buna devamlı vurgu yapılıyor. Hem de abartılı bir şekilde yapılıyor. “Hoca efendiyi” bu kadar kutsamak ne İslam’da, ne tasavvufta vardır. Dizide bu durum fazlasıyla yapılıyor.
“Geleneksel İslam ve hurafeler” günümüzde çok fazla yaygın olduğundan, daha fazla bunlar öne çıkarılıyor. Durum böyle olunca müritlerin akılları tutulmuş, iradeleri elinden alınmış hoca efendinin (!..) talimatıyla hareket eden “robot bir topluluk” meydana gelmiş oluyor.
Dizide “Muhafazakâr kesim” ile “seküler kesim” arasında sözde “denge sağlanmaya” çalışılmış olsa da daha fazla muhafazakâr kesime vuruluyor. Saçma sapan “hurafeleri ve gelenekleri, İslam” diye ortaya koymuşlar.
Mesela bunlardan biride dizide geçen “zina edenlerden olma” sahnesidir.
- Zina eden kişinin kendini kırbaçlaması hükmü neye göre yapılmış?
- Zina eden “kendini recm etmesini” nereden buldular?
Bu konu, dini kurumun yani mahkemenin işidir. Bunun da belli ilkeleri ve ölçüleri vardır.
Olmayan bir olayı dinde varmış gibi sergilemenin anlamı nedir?
Tamamıyla ön yargı, tamamıyla karalama işi…
Küçük yaşlarda kız çocuklarının evlendirilmesi, daha fazla doğuda ve Anadolulun bazı bölgelerinde gelenek haline gelmiş bir uygulamadır. Bunun İslam adına ortaya konması, “İslam düşmanlığı” değil de nedir?
Anlaşılan, birileri her iki kesimi karşı karşıya getirmek için büyük bir gayretin içinde olduğu fikrini akla getiriyor.
Dizide doğrudan İslam’a karşı çıkma durumu yok, İslami savunma da yok. “Dengeleri sağlayacağız” diye bilip bilmedikleri konuları kendilerine göre seyirciye sunuyorlar.
Mesela, kuran kursunda hocanın talebesini dövme sahnesi var. Eskiden bunlar vardı, artık günümüzde böyle bir durum söz konusu değil. Bizim eğitim sistemimiz için de aynı şeyi söyleyebiliriz. “Dayakla eğitim,” bizim geçmişimizde hep olmuştur. Şimdi bunlar çok geride kalmıştır.
“Seküler-laik kesime” de vurgu yaparken, karı-koca ilişkisinin çarpıklığından doğan “çocuklarının bunalımlı sadist hali” düzeysel olarak verilmiş. Bu durum öylesine sıradan basit bir konu değildir. Aile yapısının nasıl dejenere edildiğine dair herhangi bir vurgu yok.
Aslında her iki kesimi birbirleriyle çatıştırmadan bir arada verme işi, öyle sanıldığı gibi kolay da değil. Hele hele işin işine bir de “ideoloji” girince hiç kolay olmuyor tabi. Dizide bunun girişimi var ama istenilen sonuç elde edilir mi edilmez mi, gelecekteki bölümlerde belki görebiliriz. (Eğer devem ederse tabi…)
Sonuç olarak, “kitle iletişimin yaygın olduğu bir dünyada,” insanları etkilemenin en önemli yolu, “görsellik” olduğunu bilmeyenimiz yoktur.
Yine de hatırlatalım.
Sosyal medyadır, televizyondur, sinemadır, dizilerdir vesaire. “Muhafazakâr kesim” bu alanda yeterlerince varlığını gösteremeyince, meydan “seküler kesime” kalmıştır.
Bu analizimde anlatmak istediğim ise bu tür “toplumsal olaylar” ise sadece tepkiyle olmadığıdır. Kendi eserinizi, kendi sinemanızı ve kendi varlığınızı da ortaya koymalısınız. Bunu yapamazsanız diğerleri çalar siz de onların çaldığı oyun havasıyla oynarsınız…
Yasaklama, tepki gösterme ve şikâyet etme ise bu işin en kolay yoludur.
Mustafa TOPALOĞLU
Eğitimci-Yazar