
Devletin en mahrem kozmik bilgilerinin sızdırılmasının yürek yakan hikayesi!
Türkiye’nin işgal edilmesi halinde yapılacaklar, direniş için hazırlanan planlar, korunacak üsler, silahlar, cephaneler, karargah sığınaklar, erzak ve ilaç depoları, direnişin aktörleri ile ilgi kozmik bilgiler en kötü günler için hazırladığı sırlar güven içinde saklanıyordu. Fakat kripto teröristler ve onun heryere nüfuz eden işbirlikçilerinin yardımıyla bir kopyasını aldılar. Ama bu kopyayı kimlere verdikleri belli değil, yâda biz halk olarak öyle biliyoruz.
Gelin bunun nasıl gerçekleştiğini anlatalım…
Bundan 14 yıl önce ordunun en önemli kurumlarından biri olan Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı bir Albay, bir subayı izlemek için görevlendirildi.
O albayın adı Erkan Y. idi. Albay Erkan göreve başladı. Çok titiz hareket ediyordu. Fakat bir süre sonra kendisinin de takip edildiğini fark etti. Durumu üstlerine bildirdi. Takibe devam emri verildi. Temmuz 2009’da görev sona erdi. Bir süre sonra aynı görev yeniden Albay Erkan’a verildi. Göreve başladıktan sonra yeniden takip edildiğini fark etti. Albay Erkan, 19 Aralık 2009 günü, takip işlemine devam ederken, bir kafede Binbaşı İbrahim ile buluşup durum değerlendirmesi yapmak istedi.
Fakat arabasından indiği anda polisler tarafından yere serildi. Elleri arkadan kelepçelendi. Üst araması yapan polislerden biri arama bahanesiyle ellerini Albay Erkan’ın ceplerine soktu ve oraya bir kâğıt bıraktı. Fakat Albay bunu fark etmedi.
Önce kimliklerini gösterdiler. Albay Erkan durumu açığa kavuşturmak istedi. Fakat nafile, arama kararı vardı. Gözaltına alındılar. Polislerin müdahalesinden sadece 15 dakika sonra “ünlü” bir kanalın muhabiri olay yerine gelip çekim yapmaya başladı. Kimse de muhabire müdahale etmedi. Çünkü olayın duyulması isteniyordu.
Gözaltına alınan kişi subay olduğundan, olay yerine Merkez Komutanlığından görevli çağrıldı. Kafile onları beklerken Erkan Albay su istedi. İçmesi için ellerini çözdüklerinde Erkan Albay cebindeki beresini üşüyen başına takmak istediğinde, cebinde bir kâğıt olduğunu fark etti. Kâğıdı eline alıp baktı. “1424 Cd Feza A” yazdığını gördü. Polislerden biri “kâğıdı yutacak” diye bağırıp Erkan Albay’ın üzerine atladı.
Tuhaf şeyler oluyordu…
Kısa süre sonra savcılık tarafından Erkan Albay’ın evinin aranmasına karar verildi. 19 Aralık’ta başlayan süreç, 20 Aralık’ta ev aramasıyla sürdü. Erkan Albay nihayet 21 Aralık’ta normal hayatına döneceğini düşünürken bambaşka sürprizle uyandı. Çok ünlü bir gazetenin manşetindeydi artık.
Manşet; “Bülent Arınç’a suikast yapmak isteyen albay, adresin yazıldığı kağıdı yutamadan yakalandı!” olarak verildi!!
Malum medya, Özel Harp Dairesi’ne mensup bir subayın, “Bülent Arınç’a suikast yapacaktı” senaryosunu nakış gibi şöyle işlemeye başladı. Zaten Özel Harp, geçmişte de böyle pek çok iş yapmıştı. Şimdi de devlete suikast yapmak istediler. Albay kâğıdı yutarken yakalandı.
Bülent Arınç da kendisine suikast yapılacağına anında inandı yâda inanmış gibi yaptı ve basına: “Biliyorum ve inanıyorum ki hedef alınmış bir insanım. Bunları görmek için MİT’e bile ihtiyaç yok. Bir açıklama, özür bekliyorum. Olayı MGK’ya götüreceğim” diyerek açıklama yaptı.
Gerçekte ise, özel kuvvetlere bağlı bir Türk subayı durup dururken yaka paça gözaltına alındı. Polis, cebine kâğıt koydu. Eline aldığı kâğıdı “yutmak istediği” iftirası atıldı. Evi arandı. İki gün sonra önemli bir siyasetçiyi öldürmek istediği söyleniyordu. Tüm gazete ve televizyonlar hükmünü vermişti. Zaten o dönemde Ergenekon operasyonları sürüyordu. Ordunun cami bombalayacağı, katliam yapacağı, darbeye kalkıştığı, pek çok paşanın hain ve satılmış olduğu ve daha bir sürü şey yazılıyordu.
Bu ortamda elde delil olmadan suçlanan bir albayın masumiyetini kim umursardı ki?
FETÖ’nün ünlü Zaman gazetesi, işi abartıp Erkan Albay’ın elinde “örgüt dokümanları” bulunduğunu bile iddia etti. O dönemde kahraman ordu mensuplarına iftira atmak, hainlik yaftası yapıştırmak işte bu kadar basitti.
En üst makamlar bile bunlara engel olmuyordu.
Genelkurmay ise konuyla ilgili iddiaları içeren sade bir basın açıklaması yapmakla yetindi. İlerleyen günlerde soruşturmayı yürüten savcı ve evde arama yapan hâkimin adresine “sekiz adet mermi” gönderildi. İşte, kumpas ekibinin arayıp da bulamadığı fırsat ele geçmişti. “Özel Harp, devlet eliyle suikast ve katliam yapmakla kalmıyor, olayı ortaya çıkarmaya çalışan yargı mensuplarını alenen tehdit ediyor” haberleri yapılmaya başlandı. Böylece kamuoyu nezdinde dava, başlamadan bitmişti.
Mermi olayının ardından savcılık Özel Harp Dairesi’nde arama yapılmasına karar verdi. İşin rengi değişiyordu. Mesele Erkan Albay değildi. O sadece savcının sıçrama rampasıydı. Birileri onu, Özel Harp Dairesi’ne sıçramak/girmek için kullanıyordu.
Gazeteler bu defa özel harp dairesinde evrak yakıldığını iddia etti. Plan tıkır tıkır işliyordu. Telefonlar dinlenmeye başlandı. Savcı gözüne Özel Harp Dairesini kestirmişti. 26 Aralık günü Özel Harp Dairesi arandı. Malum gazeteler ise olayı “düşman inine girilmiş” edasıyla yazarak kutladı.
Savcı, her yanı didik didik etmek istemişti ama Bölge Başkanlığı sadece Erkan Albay ve İbrahim Binbaşının odalarının aranabileceği yönünde diretti. Savcı, arama kararında binadaki odaları tek tek yazmıştı. Oda isimlerini bilmesi imkânsız olmasına rağmen belliki içeriden birileri söylemişti. Savcılığın diretmesi sonucu 11 ve 16 numaralar hariç tüm odalar arandı. Bölge başkanlığı, iki odaya girilmemesi için direndi ve kazandı.
Bu iki odada devletin “kozmik” bilgileri yer alıyordu. Savcı istediğini tam alamamıştı. Savcılık kısa süre içerisinde Erkan Albay ve diğerleri hakkında gözaltı kararı verdi. Adliyeye sevk edilen 8 askerin fotoğrafı basınla paylaşıldı. Birileri, kahraman askerlerimizi halkın önüne atıyordu.
Sadece bu kadar mı?
Hayır, tabiî ki…
Savcı, Erkan Albay’ı sorgularken camı ve perdeyi açıyor karşı binaya özel olarak yerleşen “malum medya” Erkan Albay’ı kameraya alıp basına servis ediyordu.
31 Aralık’ta gazeteler: “Suikast ve Darbe Girişimi” başlığı atıyordu.
Şaka gibi ama gerçek.
Polis, adliye ve medyaya çöken bir örgüt, kurduğu kumpası hiçbir delili olmadan topluma gerçekmiş gibi aktarıyordu. Erkan Albay ise, olmayan delil ile darbeci ilan ediliyor, Özel Harp Dairesi, terör yuvası olarak niteleniyordu. Kısa süre sonra devletin tepe noktası arasında görüşme yapıldı. 11 ve 16 numaralı odalara girişin engellenmemesi rica edildi. O dönemde devletin en tepesindeki isimler Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan ise Recep Tayyip Erdoğan idi.
27 Aralık gecesi, Özel Harp Dairesi’nde yeni bir arama başlatıldı.
Gazeteler, Erkan Albay’ın ajandasında “Arınç’a suikast” notu olduğunu yazdı. Hâkim, kozmik odalarda 25 gün sürecek aramayı başlattıktan kısa süre sonra Genelkurmay Adli Müşavirliği ise boş durmayıp aramanın engellenmesi için girişimde bulundu.
Talebi inceleyen mahkeme, “soruşturma konusu fiille ilgili arama yapılması ve kısa sürede bitirilmesi” kararı verdi. Hâkim aramalara devam ederken yasak olmasına rağmen içeriye telefon sokuyordu. Bölge komutanlığı da telefonun kayıt yapmasını engellemek için oda etrafında jammer kullanıyordu. Arama, 20 Ocak günü sona erdi. Savcı, arama yapılan evrak ve dijital materyallerin kendisine teslim edilmesini istiyordu. Yani kozmik odadaki bilgileri alıp götürmek istemişti. Fakat Özel Harp Dairesi bu belgeleri teslim etmeyi reddetti. Mahkeme, belgelerin kapalı kasada muhafaza edilmesine karar verdi.
Devletin en gizli sırlarını ele geçirmek isteyen bu grup hedefine ulaşamayınca, sıkıştığı yerde medyayı devreye sokuyordu. Bu sefer de soruşturmayı yürüten savcının bir araç tarafından takip edildiği iddiaları patlak verdi. Gazeteler komplo teorilerini yazdıkça yazıyordu.
Bir yerde bir araba çevriliyor, takip iddiaları ortaya atılıyor, muhabirler ise ne hikmetse anında olay yerinde belirip çekime başlıyordu.
Mahkeme, kozmik odada bulunan 1,5 terabaytlık dijital materyallerin savcıya verilmesini uygun bulmadı ama Özel Harp Dairesi dışında saklanmasını istedi. Materyal 11 Şubat’ta başka yere taşındı. Savcı, amacına yine ulaşamamıştı. Fakat aradığı fırsatı 3 yıl sonra buldu. 25 Şubat 2013’te hard diskin teslimi için harekete geçti.
Başka bir mahkeme savcının talebini kabul etti. Mahkeme, genelkurmayın itirazını bu sefer reddetti ve savcının talebini kabul ederek kozmik oda evraklarının savcıya verilmesine karar verdi. Hard disklerin çözülerek metin haline getirilmesine, savcıya teslim edilmesine karar verildi. Hard disk, tutulduğu Destek Kıtaları Grup Komutanlığı’ndan alınıp 16 Mart 2013’te savcıya teslim edildi.
Peki, 2010’da olmayanlar 2013’te nasıl olmuştu?
Çok basit. Çünkü 2010’da görevde olanlar gitmiş, yerlerine yeni isimler gelmiş. Yeni mahkemeler ortaya çıkmıştı. Yeni Genelkurmay Adli Müşaviri ise yazdığı bir yazıyla savcıyı adeta kozmik odayı yeniden araması için davet etti. Savcı ise bu “davet” üzerine kozmik odaya yeniden girdi, Odadaki evraklara el konuldu. Duruma itiraz edilsede mahkeme itirazı reddetti.
Savcı, 16 Mart 2013’te aldığı hard diskin çözümlenmesi için 27 Aralık’ta teknik destek istedi. Hard disk 6 ay boyunca savcıda kalmıştı. Teknik destek 17–25 Aralık operasyonlarının hemen akabinde talep edildi. Teknik destek Mart 2014’te sona erdi. Fakat raporun teslimi Nisan ayında gerçekleşti. Bu süreçte, iktidar-Fetö kavgası başlamıştı. Akabebinde dosya da savcıdan alınmıştı. Çünkü savcı fetöcüydü.
Sadece savcı mı Fetöcüydü?
Operasyonu yapanlar, sorgulamayı yapanlar, evi arayanlar, gazetede iftira atanlar, savcı, hâkim, savcıyı davet eden adli müşavir (adi müşavirde diyebiliriz) hepsi fetöcüydü. El birliğiyle devletin en mahremine girip hard diski almayı başarmışlardı.
Dosyayı devralan yeni savcı, yaptığı incelemede, hard diskin bir kopyasının alındığını tespit etti. Bilirkişiler kozmik hard diskin bir kopyasını basmıştı. Ama bu kopya ortada yoktu! İşin korkunç yanı ise hard diskin kopyalandığına veya teslimine ilişkin herhangi bir tutanakta yoktu. İşlem gizlice yapılmış kayıt altına alınmamıştı. Hard diski gizlice kopyalayan bilirkişileri seçen savcı ise şuan fetöden firaridir.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından hard diski gizlice kopyalayanların da ByLock kullanıcısı olduğu ortaya çıktı. Üstelik bilirkişiler, kopyalama esnasında görevli olmayan uzmanları da kullanmıştı. Bu uzmanlar da ByLock kullanıcısıydı. Aynı bilirkişi ve uzmanların fetönün başka kumpas davalarında da bilirkişilik yaptığı ortaya çıktı.
Ve… Yıl 2015…
Bülent Arınç yeniden sahneye çıktı. Geçmişte ne söylediği unutulmuş olduğu zannederek bir gazeteye: “Suikast olduğunu zannetmiyorum. Bana abartılı geldi” dedi.
Demek abartı ha Bay Arınç…
Arınç’ın abartılı dediği olaydan çıkan sonuçlar ise şudur;
Devletin en mahrem bilgileri, teröristler tarafından gizlice kopyalandı. Ve muhtemelen başka gizli servislerin ve devletlerin eline geçti. Belkide Pentagon’un eline geçmiş bile olabilir.
Bülent Arınç ise oyuna gelip aldatılan ve sebep olduklarından dolayı utanması, Türk milletinde af dileyip siyasetten elini ayağını çekmesi gerekirken, üstüne birde Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kuruluna atandı ve bir süre görev yaptı. Bu atama sanki ödüllendirme gibi bir şey oldu!
Peki, Erkan Albay’a ne oldu?
Tabi ki aklandı… Ortada suikast falan yoktu… Ajandası tertemizdi… Kâğıt yutma olayı yalandı… Evrak falan da yakılmamıştı…
Mermileri ise kimin gönderdiği ortaya çıkmadı… Soruşturma savcısınıda kimse takip etmemişti… Bunların hepsi, devletin sırlarını ele geçirme için üretilen organiza işler , organize yalanlardı.
Erkan Albay, yapabileceği yegâne şeyi yaptı ve devletine asla küsmedi. Devletini satmadı. Günü gelince bizlere, ülkeyi yönetenlere, yönetmeye talip olanlara ve genç nesillere ibret olsun ve tekrarlanmasın diye olan bitenin hepsini “Kozmik Albay; Kozmik Oda Operasyonu” kitabında tarihe not düşülmesi için yazdı.
Bize düşen, okumaktır ve tekerrür etmemesi için tecrübe edinip ibret almaktır.

Onun kitabında yazdıklarını okurken hard diskin ele geçirilmesiyle isimlerine ve adreslerine kadar deşifre olan gizli direniş şemasının, istihbaratçıların ve diğerlerinin başlarına bir şey gelip gelmediğini düşünüp ciğeriniz mutlaka sızlayacaktır.
Bu olanları asla unutmayıp genç nesillere anlatmalıyız.
Anlatmalıyız ki bundan sonra da görevi makamı her ne olursa olsun hiç kimsenin algı operasyonlarıyla oynanılmasına izin vermesinler. Kripto işbirlikçilerin algı operasyonlarına kanıpta kahraman ordumuza karşı cephe almasınlar. Yoksa gelecek neslimiz cephede tek başına kalır ve düşman tarafından yok edilebilirler…
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bugün bile kulaklarımıza küpe olacak ve sanki yaşadığımız süreci anlatan şu sözleriyle son verelim: “Orduyu imha etmek için mutlaka subayını mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler…”
***
Yorumcalar’dan…