
Kudüs, Gazze ve Filistin’de devam eden çatışma ve kargaşa, şiir okumanın ve slogan atmanın mevcut köklü sorunları tek başına çözemeyeceğini bir kez daha göstermiştir.
Boynuna doladıkları Filistin bayraklı atkılarla ağlaya ağlaya Filistin şiirleri okumak ve “zalimler için yaşasın cehennem” içerikli sloganist cümleler kurmak son dönemde modaya dönüştürülürken, adeta toplumun gazını ve hararetini almaya dönüştü adeta. Hatta bazıları içinde kazanç kapısına dönüştürüldü
Ancak şiirsel ve slogancılık gibi ifade biçimleri farkındalık yaratmak ve empati kurmak için güçlü araçlar olsa da, umutsuzca ihtiyaç duyulan kalıcı barış ve istikrar değişimini sağlamak için yeterli değildir. Daha güçlü ve daha kalabalık Arap ülkelerinin sadece şiirlere güvenerek İsrail’e karşı savaşı kaybetmeleri bir ders olmalıdır.
Şiir ve sloganların her türlü sosyal veya siyasi harekette yeri vardır. Bir anın duygularını yakalayabilir, birliğe ilham verebilir ve bir topluluğun kolektif deneyimlerini aktarabilirler. Kudüs, Gazze ve Filistin gibi çatışma bölgelerindeki adaletsizliklere ve insanların çektiği acılara dikkat çekebilirler. Ancak bu çatışmaları körükleyen altta yatan sorunları ele almazlar veya barış için pratik çözümler sunmazlar.
Kudüs, Gazze ve Filistin’deki çatışmalar karmaşık ve çok yönlüdür. Çözüm için kapsamlı ve kapsayıcı yaklaşımlar gerektiren tarihi, bölgesel, dini ve siyasi ihtilafları içermektedirler. Bölgelerde kalıcı bir değişim sağlamak için diyalog, diplomasi ve müzakereler yürütmek elzemdir. Bu da ilgili tüm tarafları dinlemeye, bakış açılarını anlamaya ve barış içinde bir arada yaşamak için ortak bir zemin bulmaya istekli olmayı gerektirir. Tartışmaları kolaylaştırabilecek ve barış sürecine rehberlik edebilecek bölge ülkeleri başta olmak üzere uluslararası arabulucuların ve kuruluşların devreye girmesini gerektirir.
Ayrıca Gazze’nin ve Filistin özerk yönetiminin köklü sorunlarının ele alınması için sosyo-ekonomik eşitsizliklerin giderilmesi, sağlık ve eğitim gibi temel hizmetlere erişimin sağlanması, ekonomik kalkınmanın teşvik edilmesi ve toplumlar arasında güvenin artırılması gerekmektedir. Bunlar uzun vadeli hedeflerdir ve sadece şiirle başarılamaz.
Çatışmaların yaşandığı bölgelerde uzun vadeli istikrarın sağlanabilmesi için çatışmanın altında yatan nedenlerin ele alınması ve hem iç hem de dış tehditlerin bertaraf edilmesi büyük önem taşımaktadır. Çözülmesi gereken kilit meselelerden biri Filistin topraklarının mülkiyeti konusundaki anlaşmazlıktır. Bu uzun süredir devam eden bir gerginlik kaynağıdır ve barış yolunda önemli bir ilerleme kaydedilmesini engellemiştir. Bu anlaşmazlığın ele alınması ve adil bir çözüme kavuşturulmasıyla barış, huzur, istikrar ve uzlaşmanın önü açılabilir.
Bölgesel anlaşmazlıkların ele alınmasının yanı sıra, ekonomik kalkınma girişimleri de gerilimin azaltılmasında ve istikrarın teşvik edilmesinde hayati bir rol oynayabilir. Bölge ülkeleri ve uluslararası kuruluşlar altyapıya ve istihdam oluşturmaya yatırım yaparak yerel halk için fırsatlar yaratabilir. Bu da ekonomik zorlukları hafifletmeye ve çatışma olasılığını azaltmaya yardımcı olabilir. Ekonomik kalkınma bir umut ve fırsat duygusu yaratarak daha fazla sosyal uyuma yol açabilir ve aşırılık yanlısı yerel ideolojilerin savaş endüstrisi üzerine kurmaya çalıştığı yönetim politikalarının cazibesini azaltabilir.
Bununla birlikte, çatışmanın altında yatan nedenlerin ele alınmasının ve ekonomik kalkınmanın teşvik edilmesinin kalıcı barışın sağlanması için tek başına yeterli olmayabileceğini belirtmek önemlidir. Çatışmanın sürdürülmesinden sorumlu olanların hesap vermesini sağlamak için somut adımlar atılması gerekir. Bu, çatışmayı aktif olarak körükleyen veya bundan fayda sağlayan kuruluşlara veya ülkelere ticari yaptırımlar uygulanmasını içerebilir. Uluslararası toplum yaptırımlar uygulayarak şiddeti sürdüren ve barışa doğru ilerlemeyi engelleyen eylemlere müsamaha gösterilmeyeceğine dair güçlü bir mesaj verebilir.
Sonuç olarak, uzun vadeli istikrar ve barışın sağlanabilmesi diplomatik çabaları pratik tedbirlerle birleştirerek süregelen savaşa ve ileride tekrar olması muhtemel savaşların önüne geçmek için çaba gösterilmeli. Boş retorik ve vaatler yeterli olmayacaktır; istikrar ve uzlaşmanın önünü açmak için somut eylemler hatta gerekirse yaptırımları hayata geçirmek gereklidir.
Mevcut durumda, tüm İslam coğrafyasındaki Müslümanların sadece şiirler okuyup sloganlar atmakla yetindiklerini gözlemlemek büyük ölçüde kolay lokma haline getirilmiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Maalesef Müslüman toplum hurafelerle kandırılmış, rehavete ve atalete sürüklenmiştir. Mehdi’nin geleceğine olan inanç, pasiflik duygusuna ve değişim için dış güçlere bel bağlamaya yol açmıştır. Sonuç olarak Müslümanlar durgunlaşmış, inisiyatiften yoksun kalmış ve ilerleme için gerekli adımları atmakta başarısız olmuşlardır.
Müslümanlar hurafelerin ve tembelliğin ötesine geçmeli, geleceklerini şekillendirmede kendi eylemliliklerini ve sorumluluklarını kabul etmelidir. Mehdi’nin gelip sorunlarını çözmesini beklemek yerine, kişisel gelişim, eğitim ve toplumsal meselelere katılım için çaba göstermelidirler.
Mevcut kolay av olma durumunun üstesinden gelmek için Müslümanların bilgi, eleştirel düşünme ve toplumlarına aktif katılım yoluyla kendilerini güçlendirmeleri gerekmektedir. Müslümanlar, kendilerine güvenme ve kendi kaderlerinin sorumluluğunu üstlenme kültürünü teşvik ederek pasifliğin zincirlerinden kurtulabilir ve olumlu değişime önemli katkılarda bulunabilirler. Müslümanların sloganların ve hurafelerin ötesine geçerek kendileri ve toplumları için daha iyi bir gelecek inşa etmeye yönelik proaktif bir yaklaşımı benimsemelerinin zamanı gelmiştir.
Eğer Türkiye bunu başarabilirse tekrar bölgede siyasi bir imparatorluk kurabilir ve Dünya’nın gerçekten de 5’den büyük olduğunu dost ve düşmana gösterebilir.
Yorumcalardan…