
İstanbul’un yarısını isteyen II.Abdülhamid’in hanedan mensubu mirasyedi melez torunları harıl harıl çalışıyorlar…
Sultan II.Abdülhamid’in ölümünün 100.yıl dönümü olan 2018 de çeşitli münasebetiyle anmalar yapılmıştı.
O günün; “neredeyse İstanbul’un yarısını isteyen II.Abdülhamid’in hanedan mensubu mirasyedi torunları bu anmaları fırsata çevirmek için tekrar ortaya çıkabilirler” diyerek bir uyarıda bulunmuştum.
Abdulhamid’in vefatından 104 yıl anmalarının ertesi gününde bir özel TV kanalında çıkıp yeniden boy gösterdi miras yedi torunların sözcüsü By J.R. Orhan Osmanoğlu.
Programda, J.R. Osmanoğlu dedesi Abdülhamid’in yüceliğinden, askeri dehasından, cesaretinden, hafiyecilik vasıflarını öyle ballandıra ballandıra anlattı ki, ister istemez “Yoksa beklenen Mehdi II. Abdülhamid olabilir mi?” diye bir hisse kapılmıştım ki, program sunucu “33 yıl Osmanlıyı yöneten sultanın bu vasıfları yaşatılmalı” deyince beni bir gülme aldı. Çünkü Abdülhamid Osmanlıyı 33 yıl yönetmediği gib idarede edemedi. Sadece idare etmeye çalıştı.
Gülmemin nedeni vasıflıların vasıfsız, kendi feodal monarşik yapılarının ilelebet payidar olsun diye istibdat yöntemini muhafaza etmek gayreti içerisinde olan vasıfsız, II. Abdülhamid’i vasıflı olarak halka anlattığı günümüzde sözde İslami Camia durumdan yeni vazifeler çıkarır diye düşünmem olmuştu.
J.R. Osmanoğlu bu yılı sanki Abdülhamid yılı ilan etmişlercesine dünyanın dört bir yanında etkinlikler düzenleyeceklerini açıkladılar. Hatta, dedesi iç isyan çıkarda, saltanatına zarar gelir korkusuyla her başı dara düştüğünde sığındığı İngiltere’nin bir çok şehrinde etkinlikler düzenleyeceklerini duyurdular.
Buda bize gösterdi ki son dört senede ise, hiç boş durmamışlar.
Bundan sonrada boş durmaya da niyetleri yok. Çünkü görünen köy kılavuz istemezmiş.
Diyeceksiniz ki, böyle bir aile arkasını sağlam bir yaslamazsa bunları yapması mümkün olamaz ! Zaten J.R. Osmanoğlu; “Cumhurbaşkanı Erdoğan bizi çok destekledi desteklemeye de devam ediyor” diyerek zihinlerimizdeki şüpheleri böylelikle bertaraf etmiş oldu.
Bizi J.R. Osmanoğlu’na çocukluk, gençlik ve olgunluk döneminde banlatılan onunda bize anlatmaya çalıştığı “Şahbaba” efsaneleri değil, II. Abdülhamid’in olduğu iddia ettikleri miras davaları ilgilendiriyor. Tabi ki şehzadeliği döneminde edindiği mallarını istemelerinde bir beis yoktur.
Şimdi gelelim II. Abdülhamid’in mirası davalarının kronolojisine…
Mirasyedi hanedan mensupları çökmüş Osmanlı’dan 1949’da Türkiye Cumhuriyetine geçen bazı taşınmazların tapularının padişah dedeleri II. Abdülhamid’e ait olduğu iddia ederek bu taşınmazların kendilerine iade edilmesi için hem ülkemizde hem de yurt dışında kamuoyu oluşturmaya devam ediyorlar. Türkiye’de ve birkaç ülke de sürmekte olan miras malların tespitine ve iadesine yönelik hukuki davaları da var.
Adeta 104 yıllık yılan hikayesine dönen bu miras mevzusu iç hukuk yolları tüketildiğinde uluslararası mahkemelere taşımak isteyebilirler hanedan mensupları. Bu bilmece 1857 den başlayan son 165 yıllık süreci bilmeden tam olarak anlaşılamaz.
Bu makaledeki amaç; 1857 den başlayarak 165 yıllık süreçte gelişen olaylar üzerinden yılan hikayesine dönen miras yalanının daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamaktır.
Başlarken;
Osmanlı hukuk sistemi padişahın sınırsız yetkileri nedeniyle, kişisel mülk edinmesine kesinikle olanak vermemektedir. Osmanlı hukukunda Padişahın özel mülkü olamaz, sadece saltanat kurumunun hazinesi olur.
Osmanlı hukukuna göre özel mülk ve onların tapularını edinmesine zin verilmeyen Sultan, Hazine-i Hassa’nın (Saray iç hazinesi) mülk ve varlıklarını hükümranlığı süresince kullanmaya yetkilidir. Yani Hazine-i Hassa varlıklarını ve bunların tapularını veya işletme haklarını üzerine alamaz. Sultanın saltanatı herhangi bir sebepten dolayı bittiğinde kullandığı mülkler, varlıklar ve işletmeler yeni padişah göreve gelene kadar hazineye devredilir.
Ancak ne ilginç ki, Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşundan itibaren sadece II.Abdülhamid, Osmanlı hukukunu çiğneyerek saraya ait Hazine-i Hassa varlıklarını ve bunların işletme haklarını üzerine almış, hazineden ödenek adı altında aldığı altınlarla özel mülkler satın alıp tapularını da kendi üzerine yapmıştır.
II.Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle birlikte Osmanlı hukukuna aykırı olarak hazinenin parasıyla (Osmanlının parası) üzerine tapu ettiği mal varlıkları ile, işletme haklarını üzerine geçirdiği mal varlıkları, kendisinden sonra gelen padişah Mehmed Reşad tarafından Osmanlı hukuk sistemi gereği 1908’de saray resmi hazinesi olan Hazine-i Hassa’ya (Saray iç hazinesi) iade ederek tapuları ve isletme hakkı belgeşerini geçersiz hale getirmiştir. Yani tapu ve diğer taşınmazların tescil belgeleri çöp haline getirmiştir.
Şimdi de Osmanlı saray hazinesin teknik detaylarına bakalım;
Osmanlı Devleti maliyesinde iki büyük hazine vardı.
a- Bütün gelirlerini toplayıp, gerekli devlet ödemelerini yapan Divan-ı Hümayun hazinesi, yani “Maliye hazinesi” yani dış hazine.
b- Sarayın ve sarayın tüm kurumlarının bütün giderlerini karşılamakla yükümlü olan, ihtiyaç halinde ise devlet ana hazinesine yardım eden, kıymetli mücevher ve hediyelerin saklandığı “Hazine-i Hassa”, yani Saray özel hazinesi, yani İç Hazine.
Her iki hazine de padişaha bağlıydı. Dış hazinede darlık olunca, iç hazineden (Hazine’i Hassa’dan) ödünç para verilir, gelirler toplanınca da borç iade olunurdu. Yani iç hazine, dış hazinenin finansman ve kredi kaynağı durumundaydı. Ödünç verme işlemi öncelikli olarak veziri azamın, o yoksa vekili ve baş defterdar kefaleti ile olurdu.
Özellikle sefer/savaş yıllarında, iç hazineden dış hazineye verilen borç meblağında yükselmeler görülürdü. Giderler dış hazinenin takatini aşınca, padişahın hazinesinden askerin maaşı ödenir; Bununla askeri harcamalar karşılanırdı.
Fakat Osmanlı maliyesi tarihinde II. Abdülhamid döneminde ise bu durum tam tersine döndü. Şatafat, debdebe, israf, istibdat ve hafiyelik vb örtülü ödenek harcamalarını karşılamakta sıkıntı yaşayan sarayın giderleri, mevcut kaynaklardan karşılanamadığı için iç hazine (Hazine-i Hassa), Dış Hazineden borç almaya başladı.
II. Abdülhamid saray giderlerini karşılayabilmek için özel kararname ile maliyeden devralınan emlak dışında, verimli tarım arazilerini, imara müsait arazileri, mülkleri, işletmeleri düşük fiyat biçerek satın alıp önce Hazine-i Hassa’ya devretti. Sonrasında ise tümünü tapularını, önemli yatırımları ve bunların işletme işlerini de Hazine-i Hassa üzerinden kendi adına kaydettirdi. Bu bir bakıma günümüz anlatımıyla “fırsatçılık” gibi bir uygulamaydı.
Bunları işletme ve tapulu malları listelemek gerekirse:
- İstanbul Sultanhamamı’ndaki İzmirli Hanı.
- İstanbul Direkler arası’nda Letafet Apartmanı.
- İstanbul Gedikpaşa’da ki tiyatro arsası.
- Eyüp Kopçageçidi’nde ki 21 dönüm tarla.
- Eyüp’te 18 dönümlük Bahariye Kışlası.
- Kağıthane’de 20 dönüm arazi.
- Kağıthane’de Silahtarağa çiftliği.
- Bakırköy’de 70 dönüm arazi.
- Bakırköy Veliefendi çayırı.
- Dolmabahçe’de 30 dönüm bostan.
- Küçükçekmece’de Burunsuz Mandıra Çiftliği, mera ve çayırları.
- Nişantaşı’nda A Celalettin Paşa Konağı, Kamil Paşa Konağı.
- Teşvikiye’de bir dönüm arsa.
- Beşiktaş Serencebey’de 2 dönüm bağ, Ihlamur’da 3 dönüm arsa.
- İstanbul Horhor’da konak ve 5 dönüm arsası.
- Arnavutköy Akıntı Burnu’nda gazino ve müştemilatı.
- Ortaköy’de Dalyan Mahallesi ve Ali Saip Paşa Yalısı ile müştemilatı.
- Kuruçeşme önündeki (Galatasaray) ada.
- Kartal Soğanlık Köyü’nde köşk ve 3 dönüm arazisi.
- Kartal’da Alemdağı Çiftliği, Çakmak Çiftliği ve 21 parça tarla.
- Paşabahçe İrcirli Köyü’nde 40 dönüm arazi ve şişe fabrikası.
- Beykoz’da 40 dönüm bostan, üç bahçe, 6 tarla, 2 çayır, 3 arsa, 1 bağ, 1 dükkan ve – yalısıyla Tokatköy Çiftliği, Yalnız Servi Çiftliği.
- Beykoz’da Abraham Paşa’dan alınan 38 dönüm arazi ve üzerindeki müştemilat ve teferruatıyla çiftlikler.
- Fenerbahçe’de tarla, çayır, kahvehane.
- İzmit’te 3 dönüm bahçe, İzmit Çiftliği
- Geyve’de 26 dönüm Balabal Çiftliği.
- Şişli’de İzzet Paşa Çiftliği.
- Çatalca ve Çekmece’de; Filifos Çiftliği, Kaparya Çiftliği, Safra Çiftliği, Kılıçali Sagır Çiftliği, Silivri Çiftliği, Bosna Çiftliği, Sazlı Bosna Çiftliği, Haraççı Çiftliği, Papas Bergos Çiftliği, İzzettin Çiftliği, Tozalak Çiftliği ve Yahya Bey Kışlası.
- Yalova 11 odalı han, hamam, 17 odalı otel, 7 odalı misatirhane, dükkan, fırın, 2500 dönüm orman.
- Mihalıç’ta; Çeribaşı Çiftliği, Melda Çiftliği, Cambaz Çiftliği, Ekmekçibaşı Çiftliği, Kayseri Çiftliği, Orta Çiftliği, Keçifdere Çiftliği, İskele Çiftliği, Kızıllar Köyü’nde 24 parça gayrimenkul, Akköprü Köyü’nde 280 dönümlük Paris Bey arazisi, yine aynı köyde 308 dönümlük Hızır Bey arazisi.
- Burdur Ağlasun’da Çeltikçi Çiftliği.
- İzmir’de Hayrettin Çiftliği.
- Dicle ve Fırat nehirlerinde gemi isletilmesi.
- Selanik ve Dedeağaç liman işletmeleri,
- Şehir merkezlerindeki petrol istasyonları,
- Selanik, İzmir, Bağdat ve Basra’da mağazaların inşaatı ve işletmesi,
- Zengin maden yataklarının işletme hakkı,
- Musul civarında petrol yatakları,
- Bağdat petrolleri,
- Taşoz adasındaki madenlerin işletilmesi,
Okurken sizde yoruldunuz değil mi?
Ama bütün bu gelirler de II.Abdülhamid’in şatafat, debdebe ve israf içinde yaşayan sarayının artan giderlerini karşılayamıyordu. Saray hazinesinin (Hazine-i Hassa) maaş ve diğer harcamalardan dolayı maliye hazinesine 1 milyon 150 bin altın lira borcu birikti.
İç Hazineye (saraya) verilen bu borca karşılık, Hazine-i Hassa’ya ait ve yıllık geliri 400.000 altın lira olan emlak Dış Hazine’ye (maliyeye) devredildi. Saraya, sadece yılda 200.000 altın lira gelir getiren emlaklar bırakıldı.
Tekrar konumuza dönersek; II.Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra padişah Mehmet Reşad döneminde Osmanlı Meclisi 27 Nisan 1909’da Padişah olduğu 1876’dan beri II.Abdülhamid adına kaydedilmiş bütün taşınmazları “haksız olarak mal edinildikleri gerekçesiyle” devlet hazinesine devretti. Ancak böylelikle de sarayın bütün mal varlıklarını devralan maliye Hazine-i Hassa’nın, yani sarayın bütün borçlarını da üstlenmiş oluyordu.
Böylece sarayın vakıflara, galata bankerlerine, tüccar ve esnafa 49 milyon 371 bin altın lira borcu ile saray personelinin 62 milyon 841 bin altın lira olan birikmiş ücret alacakları ve II.Abdülhamid’in Hicaz demiryoluna taahhüt edip de ödeyemediği borçlar maliye tarafından kapatıldı.
Yani anlayacağınız, II. Abdülhamid’in padişahlığı ilk belirlemelere göre Osmalıya toplamda 113 milyon 362 bin Osmanlı altın lirasına mal olmuş.
İktisat tarihçisi Prof. Dr. Şevket Pamuk’un “A Monetary History of the Ottoman Empire” başlıklı kitabındaki verilere göre 1914’te 1 Osmanlı Lirası’nın değerinin 4,36 ABD Doları olduğuna göre o gününün şartlarına göre muazzam bir paraya karşılık geliyormuş.
Gel gör ki, ta o zamanlarda Osmanlı borçları yüzünden çökerken müsrif II. Abdülhamit’in mirasçıları enkazdan mal kurtarma telaşına düştüler. İddiaları ise “II.Abdülhamid’in şahsi malvarlığının, 1909’da Meclis tarafından hukuksal bir geçerliliği olmayan bir şekilde devlet hazinesine devredildiği” idi.
Mirasçılar, 1920 yılında bu yasaya karşı Osmanlı mahkemelerinde dava açtılar. Davaya Örfi Mahkeme bakması gerekirken, başvurdukları yetkisiz Şer’i Mahkeme onları haklı buldu ve devir işlemlerini iptal edip “varlıkların Hazine-i Hassa’ya geri verilmesine” karar verdi.
Son padişah Sultan Vahdettin ise 8 Ocak 1920 tarihinde 1908 ve 1909’da Dış Hazineye devredilmiş olan II.Abdülhamid adına kayıtlı varlıkları, Şer-i Mahkeme kararı doğrultusunda bir kararnameyle yeniden Hazine-i Hassa’ya aktardı. Ancak bu iade, II.Abdülhamid’in o sırada hayatta olmaması sebebi ile malvarlığının varislerine intikali demek değildi. Hazine-i Hassa II.Abdülhamid öncesinde olduğu gibi “Sarayın Hazinesi” şekline dönüyor, varlıklar ise hanedanın ortak malı oluyordu.
Fakat iade kararı, Meclis’in o günlerde kapalı olması sebebi ile onaylanamadı ve hukuken de kesinlik kazanmadığı için yürürlüğe girmedi. Belki de yetkisiz mahkemenin kararı son padişah Vahdettin’i ikna etmemiş olacak ki hukuken resmiyet kazanmaması için sürüncemede bıraktı.
Yetkisiz Şer’i Mahkeme’nin iade kararı ile birlikte hanedan varisleri “Abdülhamid’in efsanevî mirası” söylentisi ile mirastan hisse alma çabalarına başladı. Açgözlü mirasyedi hanedan mensupları miras peşinde koşarken, II. Abdülhamid’in borçlandırmak suretiyle batışını hızlandırdığı Osmanlı İmparatorluğu ve varlıkları Sevr Anlaşması ile İtilaf Devletleri arasında paylaşılıyordu.
İngilizler boş durmadılar ve miras hukuki olarak varislere kalırsa, özellikle Bağdat ve Musul’daki petrol varlığını düşük bir bedel karşılığı varislerden devralarak ucuza kapatmak istiyorlardı. Bu amaçla tapuda yaptıkları araştırmada II.Abdülhamid adına resmi kayıtlı hiç bir varlık bulunamadı. İngilizler, varislerin hak iddia ettiği “İç Hazine’deki” (Hazine-i Hassa) tüm varlıkların kamulaştırılıp devlet adına kaydedilmiş olduğunu bunların da, “borçlarıyla birlikte” 1910, 1911 ve 1912 yıllarında Osmanlı Maliyesine devredilmiş olduklarını tespit ettiler.
Bunun üzerine işgal altındaki İstanbul’daki İtilaf Devletleri Yüksek Komiserleri, “varislerin peşinde olduğu varlıkların artık Osmanlı Devleti veya varislerin değil, İtilaf Devletleri hükümetlerinin tasarrufunda olduğu” gerekçesiyle Osmanlı hükümetine protesto notası verdiler.
1920’de, Sevr anlaşması ile Osmanlı’nın tüm malvarlığı paylaşılmaya başlandığı zaman varisler, mirası alabilmek için önce İngilizlere yanaştılar. İngilizler, varislere Hazine-i Hassadaki varlıkların Sevr ile devredilen ülkelerden satın alınabileceğini önerdiler. Fakat tapu kayıt değerlerinin çok düşük tutulması nedeniyle varislere küçük bir ödeme yapılabileceğinden, bu öneri varislerin işine gelmedi.
İngilizlerden destek bulamayan varisler ABD’li çıkar gruplarının avukatlık şirketiyle anlaştılar. Bu çıkar gruplarının da amacı tıpkı İngilizler gibi petrol sahalarına sessizce el koyup çökmekti. Ancak ABD’liler İngilizler ile uzlaşınca bu yol da kapandı.
ABD’den de eli boş dönünce çalacak hiçbir kapıları kalmadığını anlayan açgözlü varisler Lozan görüşmelerini fırsat bilerek Kurtuluş Savaşını kazanmış Türk heyetine yanaşmaya çalıştılar. Konferans sürerken, 29 Aralık 1922’de İnönü ile görüşerek “varislerin haklarını savunmanın hem ülkeye gelir sağlamak hem de Musul sorununda ABD’nin desteğini elde etmek açısından Türkiye’nin yararına olduğu” konusunda ikna etmeye çalıştılar.
İsmet Paşa’yı bir şekilde ikna etmiş olacaklar ki; Lozan’da hanedanın özel mülkiyeti olan varlıkların Hazine-i Hassa varlıklarından ayrı olarak ele alınıp kapsam dışı bırakılmasına çalıştı. İtilaf Devletleri de Hazine-i Hassa dışında hanedana ait özel malları gösteren resmi belge istedi. Dolayısıyla İtilaf Devletlerinin istediği resmi belgeler gösterilemedi.
Sonuçta Lozan Antlaşmasında, Hazine-i Hassa varlıkları konusu İtilaf Devletleri’nin isteği doğrultusunda son biçimini aldı. 60. md. ile 1908 ve 1909’da Osmanlı maliyesine aktarılan Hazine-i Hassa mallarının Türkiye dışındaki yerlerde bulunanların bedelsiz olarak İtilaf devletlerine geçtiği hükme bağlandı. Son biçimiyle Lozan Antlaşması’nın 60. maddesi İtilaf Devletleri açısından Sevr Antlaşması’nın 240. maddesinden daha sağlam güvenceler içeriyordu. Hanedan mensupları Osmanlının çöküşünü tescil eden, aynı zamanda Türkiye’nin tapusu olan Lozan Anlaşmasına bu nedenle çok kızgınlar.
Böylece II.Abdülhamid varislerinin mirası almak için İngiltere ve Fransa mandası altındaki Irak, Suriye gibi ülkelerin mahkemelerine yapacağı başvuruların kabulü de imkansız hale geldi. Bütün ülkelerin kapıları yüzlerine kapandı.
Şanslarının kalmadığını gören varisler son bir gayretle İngiltere’ye “tüm haklarını bir İngiliz petrol şirketine devretmelerinde yasal bir engel olup olmadığını” sordular. Ancak İngilizler ortada “II.Abdülhamid varislerinin hakları” diye resmi bir belge, delil, kayıt bulanmadığı için varislerin kendilerine devredileceği bir hak veya varlık da olmadığını bildirdi.
Ve sonuçta Lozan Anlaşmasını da imzalayan Türkiye Cumhuriyeti 3 Mart 1924 tarihinde sırtındaki Osmanlı Hilafet yükünü ve mirasyedi hanedan soyunu kaldırıp attı.
431 sayılı ‘Hilafet’in kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının TC toprakları dışına çıkarılmasına dair Kanun’un 8. md’si; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Padişahlık yapmış kimselerin, TC arazisinde tapuya kayıtlı gayrimenkullerinin ulusa geçtiğini” hükme bağlıyordu.
Mirasçılar ise Türkiye ve dışında 1924’ten sonra da yıllarca miras davaları açtılar. Sonunda da 7 Mayıs 1949’da TBMM devreye girerek “Padişahlar üzerine kayıtlı malların millete intikal ettiğine ve varislere devredilemeyeceğine” karar verip son noktayı koydu.
TBMM’nin bu “yorum kararı” nın 1949 yılında Resmi Gazete’de yayınlanmasının ardından hanedan mensuplarının padişah dedesinin adeta zimmetine geçirdiği mirastan hisse alma çabaları da, 2004 yılında AKP iktidara gelinceye kadar son buldu.
AKP iktidarıyla birlikte Türk vatandaşlığına geri alınıp “Osmanoğlu” soyadı verilen hanedan mensubu varisler; bir yandan Osmanlı meraklılarına hamam tası, sünnet kostümü, Abdülhamid parfümü satıp bir yandan da “Dünyanın en büyük miras davası” ile neredeyse İstanbul’un yarısını isteme hayali peşinde koşmaya devam ediyorlar.
Varisler ise, müsrif ve hukuk tanımaz padişah dedesinin İngilizlere peşkeş çektiği sınırları korumak uğruna terörle mücadele eden Türk askerinin, Afrin/İdlib’te şehit olduğu günlerde hamam tası, dedesini kostümlerini pazarlayıp İstanbul’u, Musul/Kerkük’ü isteyip, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine süren davalarına ilaveten uluslararası mahkemelerde çok büyük davalarla muhatap etmeye hazırlanmaktadır.
Padişah dedesinin hazine’den ödenek çektiği altınlarla Osmanlı devletine ait malvarlığını özel kanun/kararname çıkararak kelepir fiyatla yağmalayıp hile ile üzerine kaydeden II.Abdülhamid’in varislerinin iddiaları şöyle:
“Malvarlığı, şahıs öldüğü anda mirasçılara intikal eder. II. Abdülhamid, 10 Şubat 1918 tarihinde vefat ettiğinde terekesi mirasçılarına 10 Şubat 1918 tarihinde intikal etti.
1924’de, TBMM II.Abdülhamid’in malvarlığının devri yasasını çıkardığıda ortada zaten. II.Abdülhamid ve el konulacak bir mülk yoktu. Kanunların ‘makable şamil’ yani geriye yönelik uygulanamaması tüm hukuk sistemlerinin ortak ilkesidir. Bu nedenle II.Abdülhamid’in malvarlığı 1918’de bizlere yani varislerine intikal etmiştir. 1924’te çıkarılan yasa geriye dönük uygulanamayacağı için geçersizdir”
Osmanlı Sünnet Takımı pazarlamacısı torunları II. Abdülhamid’in Osmanlı devletine ait bina, işletme, tarım arazisi, petrol sahalarını Osmanlının parasıyla alıp adına tapu edip zimmetine geçirip gasp ederek kendi belirlediği kelepir fiyatlarla parasını hazineden ödeyip üzerine kaydetmesi için sundukları diğer son bir gerekçeler ise hayli ilginç olmuştur. Son gerekçelerinde adeta geri adım atar gibi itirafta bulunuyorlar.
“Yabancı devletler Osmanlı Devleti’nin iç işlerine istedikleri gibi müdahale edebiliyorlardı. Kapitülasyonlar yüzünden yabancılar Osmanlı Devleti içinde imtiyazlı hale gelmişler ve Osmanlı Devleti içinde toprak satın alabilme hakkına da sahip olmuşlardı. İstedikleri takdirde değerinin fazlasını ödeyerek bu petrol sahalarını satın alabilirlerdi.
Ayrıca her an savaş çıkıp Dış Hazineye ait olan bu mülklerin, işletmelerin, arazilerin ve petrol sahalarının İngiltere, Fransa veya Almanya tarafından işgal edilmesi söz konusu da olabilirdi.
Bu durumda bu malvarlığı hiçbir hak iddia edilmeksizin işgal eden devletin olacaktı. Oysa bu malvarlığı, işletme ve araziler, devlete değil de padişaha ait olsa, şahsi mülkiyet kabul edilecek ve herhangi bir işgal durumunda padişahın şahsi malı olarak kalacaktı.
Onun vefatı halinde ise bu mülk evlatlarına geçecek, yani yine sultanın ailesine kalacaktı. II.Abdülhamid bütün bu meselelere çözüm bulmakta çok gecikmedi. Bütün olumsuz şartları dikkate alan sultan petrolün bulunduğu bölgelerin ve stratejik öneme sahip arazilerin Devlet hazinesinden alınarak Hazine-i Hassa’ya yani Saray Özel Hazinesine dahil edilmesine ve bu şekilde koruma altına alınmasına karar verdi.
Zaman kaybetmeden çıkarılan emirlerle bu araziler sultanın hazinesi olan Hazine-i Hassa’ya dahil edildikten sonra tapuları II.Abdülhamid adına çıkarıldı. Böylece petrol kaynayan bu araziler hem yabancılar tarafından satın alınmaktan hem de herhangi bir işgal durumunda elden çıkmaktan korundu. II.Abdülhamid ‘in bu arazileri şahsi mülk haline getirerek sağladığı diğer bir fayda ise bu arazileri devlet mülkü olmaktan çıkararak Düyun-ı Umumiye (Borç Ödeme Kurumu)’nun menfi durumlarından kurtarmasıydı.
Bunun neticesi olarak da, Düyun-ı Umumiye yerine Hazine-i Hassa’ya gelecek olan gelirleri Osmanlı Devletinin borçlarını ödemek için değil, Osmanlı coğrafyasına yaptığı hayır eserleri için kullandı. Bununla birlikte II.Abdülhamid çeşitli tarihlerde çıkardığı 3 emir ile Musul ve Bağdat petrol, gaz madenlerinin araştırma ve çıkarma imtiyazını da Hazine-i Hassa’ya dahil edip belgeleri kendi adına hazırlatmıştır…”
- Bu açıklamalaryla II. Abdülhamid’in torunları olan hanedan mensuplarının devlete ne demek istemişlerdir?
- Devletin ise mirasçı olduklarını iddia eden hanedan mensuplarına nasıl bir cevap vermiş olabilir? Buna makalenin sonunda değineceğiz.
II.Abdülhamid’in Osmanlı örf ve hukukunu bile hiçe sayarak devlet malları üzerinde yaptıklarını o dönemin hukuk kuralları açısından da geçerli bir “özel mülk edinimi” saymak mümkün değildir. Bu yapılan işlemin adı olsa olsa görev ve yetkilerini kötüye kullanarak yolsuzluk yapmaktır. Bu yapılanlar hırsızlık, mala çökme, yağmacılık, soygunculuk ve zimmetciliktir! Bu şekilde hukuksuz olarak elde edilen malvarlığının miras ile varislere devredilmesi söz konusu değildir. Tespit edildiğinde devlet el koyar.!
Nitekim TBMM’de 1949 yılında 431 sayılı kanunla el koymuştur !
İŞTE O KANUN
* VATANDAŞLIK KANUNUNA BAZI MADDELER EKLENMESİNE DAİR KANUN *
Resmi Gazete ile yayım ve ilanı: 7 Mayıs 1949- Sayı :7201
431 sayılı kanunun mer’iyete girdiği tarihte, hayatta bulunsun bulunmasın, Osmanlı İmparatorluğu’nda padişahlık etmiş herhangi bir kimse namına Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde tapuda mukayyet gayrimenkul mallar bu kanunun 8. maddesi mucibinde, kanunun yürürlüğe girmesiyle millete intikal etmiştir. Binaenaleyh, 431 sayılı kanunun neşrinden sonra bu gayrimenkullerin Padişahların mirascılarına intikali yapılamaz ve bu mallar üzerinde verese tarafından higbir hak iddia edilemez.
Makalemize son verirken üstüne basa başa tekrar şunu yazmakta fayda vardır.
II.Abdülhamid’in mirasyedi torunları, yukarıda da belirtiğimiz üzere devletimize yönelik yaptıkları uzun açıklamada aslında şunu demek istemişlerdi;
“Ulu Hakan, Halife Sultan, ‘El Gazi’ Padişah ünvanlı dedemiz II.Abdülhamid binaları, arazileri, hastaneleri, vakıfları, eğitim kuruluşlarını, petrol sahalarını, gemicikleri vb. yabancı güçlerden kurtarmak için kendini feda edip örtülü ödeneğin altınlarıyla satın alıp sonra kendi üzerine kaydettirdi. Ama yine de biz dedemiz’in üzerine kaydettirdiği bu mallardan hak talep ediyoruz.”
Devlet de onlara şu cevabı vermişti:
“Madem dedeniz bizim (devletin) malımı, yabancılardan kurtarmak için bizim paramla satın alıp, kendi üzerine devretti, korudu ve kolladı. Bizde kendisine bu fedakarlığından dolayı çok teşekkür ediyoruz. Bizde dedeniz öldükten 31 yıl sonra, 431 sayılı kanunla emanet mallarımızı tekrar geri aldık. Siz şimdi neden “Dedemin mirası” diye bizden istiyorsunuz bunları ?”
Velhası kelam;
Devlet olarak bu mirasyedilere, vereceğimiz ne ortası delikli paslı tek bir kuruşumuz nede 1 mm’ toprağımız yoktur. Çok isityorlarsa dedelerin bu fakir millete bıraktığı borçları ödesinler önce. İade edip etmyeceğimize sonra karar veririz
Hangi siyasi iktidar onlara bedelsiz toprak veya taşınmaz verirse, şunu bilsin ki sandıkta boğmasını bilir bu millet.
Sakın Haaaa !!
Sadi ÖZGÜL
_________________________________________________________
KAYNAKLAR:
– Abdülhamit’in malvarlığı ve miras tartışması
https://webtv.akittv.com.tr/kirmizi-masa/abdulhamitin-malvarligi-ve-miras-tartismasi-17014
– II. Abdülhamit Yaşasaydı Dünyanın En Zengin Padişahı Olurdu
https://www.turkishnews.com/tr/content/2009/01/29/ii-abdulhamit-bir-tefeci-miydi/ …
– Hanedan İstanbul’un yarısını istiyor
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/39115/Hanedan__istanbul_un_yarisini_istiyor_.html
– Musul-Kerkük tapulu malı
https://tr.sputniknews.com/turkiye/201710091030498202-musul-kerkuk-akit-abdulhamid/
– Abdülhamid’in Efsanevi Mirası
http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/1672875-yuz-kusur-senedir-bitmeyen-hayal-abdulhamidin-efsanevi-mirasi
– Abdülhamit Han’ın Mirası: Nedir Bu Hazine-i Hassa
http://www.emlakmevzuati.com/abdulhamit-hanin-mirasi-nedir-bu-hazine-i-hassa/
– İşte Sultan Abdülhamid’in mirasının öyküsü
http://www.hurriyet.com.tr/iste-sultan-abdulhamitin-mirasinin-oykusu-40611333
– Sultan Abdülhamit’in Mirası
http://mb.muharrem.co.uk/sultan-abdulhamitin-mirasi/
– Osmanlı da bir rüyayla kurulmuştu
http://www.hurriyet.com.tr/osmanli-da-bir-ruyayla-kurulmustu-29148577
– Abdülhamid’in torunu: Halep’in kuzeyi ve El Bab dedemin tapulu malıdır
https://tr.sputniknews.com/turkiye/201708271029891162-abdulhamid-torun-halep-elbab/
– Vatandaşlık Kanununa Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun (Resmi Gazete) http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/7201.pdf