
Her 27 Mayıs’ta ve 17 Eylül de çeşitli etkinliklerde toplanıp; İslam’ın, Cumhuriyetin, Demokrasinin ve Laikliğin öneminden bahseden siyasi partiler, 1960 Askeri Darbesi ve Adnan Menderes’in idam edilmesiyle onun demokrasi şehitliği üzerinden partilerine oy devşirme siyaset sanatlarını icra ederler.
Ama bütün bu olumsuzlukların DP ve Menderes ile arkadaşlarının çok partili demokratik sürece geçişi yanlış anlayıp, yorumlamasından ve yanlış yorumlamalarını ise icraata geçirmiş olabileceklerinden dolayı başlarına gelmiş olabilme olasılığından hiç bahsetmezler her ne hikmetse. Hatta akıllarına bile getirmek dahi istemezler.
Yoksa onlarda aynı şeylerin başlarına gelmesinden endişe edip korkularını ötelemek mi istemektedirler?
Biraz bu sorulara cevaplar arayalım…
Çok partili döneme daha önce geçilmek istenmiş ancak başarısız olunmuştu.
1925 Terakki Perver ve 1930 Serbest Fırka denemelerinde başarılı olunamamıştı. Başlıca nedenlerinden biri de halkın Cumhuriyetin getirdiklerini henüz anlayamadığı ve Padişahlık gibi monarşik tek adam düzenine alışkın oldukları için çok partili hayatı benimseyememiş olmasından kaynaklanmaktaydı.
7 Ocak 1946 tarihinde Demokrat Parti (DP) kuruldu. Daha sonra kurulan diğer partilerle birlikte Türkiye’de çok partili demokratik hayat başladı. 21 Temmuz 1946 da yapılan Milletvekili Genel seçimlerine 13 parti ve bağımsızlar katıldı. CHP 397, DP 61, MP 5 ve bağımsızlar 7 milletvekili kazandılar. Bir sonraki 14 Mayıs 1950 Milletvekili Genel seçimleri ise Demokrat Partinin zaferi ile sonuçlanmıştı. DP 416, CHP 69, MP 1 ve bağımsızlar 1 milletvekili kazandılar.
Bu seçimle Türk siyasi tarihinde yapılan demokratik seçimlerle tek parti iktidarı ilk defa el değiştirmişti. DP Genel Başkanı Adnan Menderes güçlü Başbakan olmuştu. Hatta o kadar güçlüydü ki, mecliste sandalye sayısı (416) bakımından ezici çoğunlukla anayasayı bile değiştirebilecek konuma gelmişti.
Ancak bu durum hem toplum hem de siyasi partiler için önemli bir sınavdı. 1950 den sonraki çok partili demokratik sistemde DP iktidarı uzun sürünce Türk toplumunun büyük bir kesiminin kafasında soru işaretleri oluşmuştu;
- Seçimle iktidara gelen DP seçimle iktidarı bırakacak mıydı?
- Yoksa kendisine oy veren kitlelerin etkisi ile Cumhuriyet ile hesaplaşma yolunu mu seçecekti?
- Diğer bir ifade ile Cumhuriyet ilkelerine ne kadar sahip olacaktı?
DP mensupları ve Başbakan Adnan Menderes hükümeti bu önemli konuyu iyi analiz edip, doğru tartamadılar.
On yıl süren iktidar gücü, onları demokratik olmayan yanlış tercihlere sürükledi. Hatta 18 Nisan 1960 tarihinde 15 kişiden oluşan “Tahkikat Komisyonu” adlı bir komisyon kurdular. Bu komisyona TBMM’nin yetkilerini aşan gayri yasal yetkiler vererek anayasayı açıkça ihlal edip, halkın iradesini yanlış yönde kullanmaya başladılar. Bu bardağı taşıran son icraatı olmuştu. Menderes hükümetinin Anayasaya aykırı davranışlarından dolayı halk kitleleri sokaklara döküldü. Türkiye’nin her yeri gösteri ve protesto sahasına dönüştü. Sıkıyönetim kararları da bu gösterileri engelleyemedi. Sonrasında DP iktidarı sandık ve seçim yoluyla değil de, ne yazık ki hiç de istenmeyen 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi olan darbe ile devrildi. Çok partili demokratik sistem bir kere daha başarısızlığa uğramıştı.
2000 yılına gelinceye kadar çok partili sistem ara ara kesintiye uğramaya devam etti. Ancak 2000 yılı sonrasında Türkiye’de değişen siyaset paradigması neticesinde böyle bir yolla, kesintinin olmayacağı ortadadır.
Günümüzde sosyal medya sokakta ve evdeki her vatandaş tarafından aktif şekilde artarak kullanılmaya devam etmektedir. Halk bilgiye ve enformasyona açık hale gelmiştir artık. Halk ise başta anayasanın ihlal edildiği olmak üzere, benzeri soruları sormaya başladığı gerçeği ortada iken, AK Parti ve hükümetin Menderes’in maruz kaldığı akıbete bu sefer ordu yada kolluk kuvvetleri darbesiyle değil de halkın eliyle yani demokratik yolla ve seçim sandığında gerçekleşme olasılığı her geçen gün artmaktadır.
Çünkü, 1950–60 döneminde sorulan soruların bir benzeri bugün sokakta, çay ocaklarında, kahvehanelerde, kafelerde, siyaset kulislerinde, TV tartışma programlarında, gazetelerde, sosyal medyada vb. her yerde, daha yüksek sesle konuşuluyor, sorgulanıyor ve itirazlar ediliyor.
İşte o sorgulamalardan bazıları;
- Seçimle iktidara gelen AK Parti seçimlerde sandıkta mağlup olursa iktidarı bırakacak mı?
- İktidarda uzun süre kalan AK Parti 2023’de tekrar seçilip iktidara geldiği takdirde, kitlelerin oyunun etkisine kapılıp, Cumhuriyet ve Atatürk ile hesaplaşma yolunu mu seçecek?
- 2023 de iktidara hangi parti gelirse Cumhuriyete ve ilkelerine sahip çıkacak mı?
Çok daha fazla enteresan sorular elbette var. Bugün sorulan sorulardan bu üçü 1960 darbe sürecine (utanç süreci) gidişatla benzeştiği için konu etmenin daha doğru sonuca bizi ulaştıracağını düşünmekteyim.
Peki, yine darbe mi olacak !?
Evet olabilir !!
Ama tek fark, ordu yada kolluk kuvvetlerince olmayacak. Yukarıda bahsettiğimiz sorulara halk tatmin edici cevaplar alamazsa şüpheleri derinleşecek ve sağda solda da bu şüphelerini yüksek sesle dile getirerek, başka insanlarında şüphelenmesine yol açacağı için darbenin belki bir sonraki seçim sandığında demokratik yolla gerçekleşebilme olasılığı her geçen gün artmaya devam etmektedir.
Bu darbede tek fark; Çok partili sistem ve demokrasi kesintiye uğramayacak.
Ancak sandıktaki seçim darbeleri ise, “Cumhuriyetle hesaplaşma” dürtüleri olduğuna halk arasında inanılan/inandırılan başta hükümete ve onun partisine de olmayabilir sadece. Beğenirsiniz yada beğenmezsiniz ancak Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun temel dinamikleri vardır. Bu dinamiklere “karşı” olduğu ve “yıkma” yönünde seçmenin tedirgince düşünmesine neden olan partilerde sandık darbelerinden nasibini alacaklardır. Özellikle 2023 seçimlerinde ise halk kendince; “Siyasal İslamcı” ve “Türklük Düşmanı” görünümlü olduklarını düşündükleri partilerin siyasi hayatlarını kısmen zayıflatma tercihinde bulundular. Ama bir sonraki seçimde daha fazla zayıflatmak suretiyle geri dönülemez bir kesintiye de uğratabilir.
Saf ve temiz niyetlerle ülkemizin ve milletimizin hayrına vesile olmak için siyaset yaparken İslami ve millî değerleri önceleyen siyasi partiler, siyasi hareketler, düşünce kuruluşları vb. bunları şimdiden bilseler ve akıllarını başlarına alarak yeni politikalar belirleseler iyi olacaktır…
Yoksa son pişmanlık fayda vermeyecektir.
Ricat (geri çekilme, toparlanma ve geri dönüş) planları da boşa düşecektir.
…
Sadi ÖZGÜL
